Kim bilir; bu yoğun yaşam akışında, yaşamımızın en önemli projesi olan çocuklarımıza hayata dair bir şeyler öğretirken, belki de bizler onların berrak zihin ve algılarıyla ezberlerimizi bozuyoruz. Kendi adıma, kızlarımla geçirdiğim zamanlarda anılarla yaşadıklarımı kopyalayıp belleğimde birden fazla yerde hep saklamak isterim. Yaşam enerjimin azaldığını anladığımda yine onların mizahi algılarıyla şekillenen anılara göz atarım.
Her ne kadar ilk kızımda tecrübelendiğimi düşünsem de, bambaşka fabrika ayarlarıyla doğan ve ezber bozan küçük kızım Alara’yla yeniden baştan başladık. Geçen yıl bin bir farklı anılarla birinci sınıfı okuyan Alara, jenerasyonunu en iyi yansıtan asla otoriter yaklaşıma prim vermeyen farklı madde!
Geçen yılın ilk başlarında verilen ev ödevlerinin gerekli olup olmadığına dair evdeki hararetli günlerimizden sonra yaşadığımız fikir ayrılıklarında da uzlaşmayı çok zor yakaladık. Ödevlerle uğraşmanın zaman kaybı olduğunu düşünen Alara, Ortadoğu krizi ve Suriye politikasını konu alan televizyon programlarını gözünü ayırmadan dakikalarca izliyor ve arkadaşlarına ve bize yorumlar yapıyordu.
Yine ödev yapmak istemediği bir akşamda okula ücret ödediğimizi ve bu paranın boşa gideceğinden dem vurarak ikna etmeye çalıştım. Ertesi gün babasına “Ben hem ödev yapıp hem okulun marşını söyleyip ücretle okula gitmem” diyerek yeni bir gündem yarattı. Ne söylesek ne yapsak ikna edemedik. En sonunda eşim “Emine Örnek Öğretmen’le konuştum. Sen düzenli olarak okula gidip ödev yaparsan, her ay bize maaş ödeyecek” diyerek ikna etti.
Birkaç gün sonra sınıf öğretmenimiz Dilber Hanım beni aradığında, derin bir nefes alıp öğretmenimizi dinlemeye konsantre oldum. Kim bilir yeni serüvenimiz nasıl gelişecekti? Bu kez Dilber Öğretmenimizin anlattıklarına hem güldüm, hem de uzun uzun düşündüm.
“Dilber Öğretmenimiz Alara ve arkadaşlarına milli bayramlarımızı, Cumhuriyet ve bağımsızlığımızın önemini anlatırken, bizimkinin dikkati dağılmış. Öğretmeni konuyu bitirdikten sonra Alara’ya anlayıp anlamadığını sormuş. Alara konuyu anladığını ve öğretmeninin bağımsızlık konusunda söylediklerine katılmadığını söylemiş. Neden böyle düşündüğünü soran öğretmenine de: “Biz kendi harcamalarımız için başka ülkelerden borç para alıyoruz. Sonra da onu ödemeye çalışıyoruz. Özgür insanın önce kendi parası olması lazım. Aslında çocuklar gibi tam da özgürlük değil” demiş.
Telefonu kapattıktan sonra hem gülüp hem düşündüm. Gerçekten bizim ve bizim kuşağımızın çok da farkında olamadığı önemli bir konuydu. Biz şimdi ekonomiyi özgürlükle ilişkilendirerek tanımlıyoruz. Baktığımızda demokrasi ve özgürlük ve diğer taraftan ekonomi ve özgürlük birbirine güç katan ve gelişmeye momentum sağlayan unsurlardır.
Ülkelerin demokrasi düzeyi ile milli gelirlerin karşılaştırıldığı bir çalışmayı geçen yıl İstanbul’da bir toplantıda ABD’den hocalardan dinlemiştik. Harvard Üniversitesi’ nden gelen ekonomi hocası bize gerçekten bu iki değişken arasında istatistiki olarak hesaplanan kuvvetli bir korelasyonu çok güzel izah etti.
Veri setinde kullanılan Türkiye’nin kişi başına düşen yurt içi hasıla değeri 10.521 dolardı. Bulunan denkleme çare de bu büyüklükteki milli geliri olan bir ülkenin sahip olması gereken demokrasi endeks değerinin 7.1 olması idi. Türkiye’nin mevcut demokrasi endeks değeri ise 5.6 olarak verilmişti.
2013 sonundaki değerlendirmede Türkiye demokrasi endeksinde 115 ülke arasında 93. olarak yer almıştı. Bu değerlere göre de dışarıdaki algımız bizi sorunlu demokrasiler ve hibrit rejimler kategorisine ayırmaktaydı.
Verilerde demokrasi endeksi hesaplanırken demokrasi kavramı salt bir seçim sistemi tanımına indirgenmeyerek “liberal demokrasi” anlayışı altında 5 farklı alt kriter bazında değerlendirilmiş.
Şimdi tabii olarak demokrasi ile ekonomi veya milli gelir düzeyi arasında nasıl doğrudan bir ilişkilendirmeye geçtiğimi sorabilirsiniz. Önce ben de değerlendirmelere daha şüpheli yaklaştım. Aslında aralarındaki neden – sonuç ilişkisi kanımca da çok önem arz ediyor. Birinin gelişmesine diğeri can suyu olabiliyor. Elbette iki doz demokrasi fazladan alındığında ekonomi iki basamak yukarı tırmanıyor. Birden fazla nedensellik hepsini tetiklediğinden değişim başlıyor. Daha da anlaşılır olanı, iki veri arasında birbirini direkt güçlendiren denklem olması sanıyorum.
Eleştirel düşünceyi desteklemek, farklı yaşam tarzlarını, inançlarını ve azınlıkları koruma altına almak; sorgulama, hak arama ve muhalefet etme hürriyetini geliştirmek, hukukun bağımsızlığını tesis etmek, toplumun özgüvenini, üretkenliğini bir anda başka bir boyuta taşıyabiliyor.
Her ne kadar yaşadığımız konjonktür ve dönem insanları probleme çeken mıknatıs gibi olsa da sürekli siyah alanları algılamak beyinlerimizin de stres pompalamasına neden oluyor.
Sosyo-ekonomik durumu, kültürü ve siyasi eğilimi ne olursa olsun her insanın temel gereksinimi güven ve hak – hukuk sisteminin bağımsız işlemesidir.
Aslında bizim dinamik, üretken genç neslimize uygun iklimi kurduğumuzda, inovasyon ve değer yaratmak onların zorlanmadıkları bir alan olacak.
Keyifli pazarlar.