Elbette, hepimizin ideal gaz denkleminde olduğu gibi formülde, değerleri yerine yerleştirip sonucunu bulacağımız bir denklemden bahsediyorum. Hiç boşuna uğraşmayın; bu denklemin çözüm kümesinde, bireysel etkinliği ve farklılığın sonuç üzerinde etkisi yoktur. Sadece bizim coğrafyamızda etkili olan, bize özgü işlevsel formüldür.
Son günlerde hepimizin aşina olduğu türden bir integral de diyebiliriz. Çünkü burada da siyasete giderken, meclis basamaklarının uzun ince yolu mevzu bahistir.
Yaşamımın hiçbir döneminde siyasi hayat cazip gelmemiş, hatta aksine beni hep tedirgin etmiştir. Buna rağmen, “yaşamın siyasete armağan olsun” düşüncesiyle görevini yerine getiren dürüst siyasetçilerimizi hangi görüşten olursa olsun takdir ederim. Fakat çocukluğumdan beri siyasetin ateşten gömlek olduğunun da ayırdında oldum. Tıpkı, sahne ışıkları söndüğünde gerçek yaşamın tüm trajedisiyle baş başa kalan oyunculara benzetiyorum.
Günümüzde geçmişe göre bu kadar hızlı değişen neydi ki, seçime aylar kala kamuda ve sivil toplum hayatında aday adaylığı için istifa furyası başladı. O denli yoğun olan talep patlamasıyla neredeyse seçmen ve seçilen dengesi bozulacak endişesi duyduk.
Geçenlerde yine bir arkadaşım bana ajandasını gösterdiğinde ağzım açık kaldı. Hemen hemen her gün en az bir milletvekili aday adayının, adaylığını ilan ettiği basın toplantılarına davetliydi. Aslında siyasi hayattaki aktör ve aktrisliğe olan ilgiye çok da şaşırmamak gerekir. Yoldan geçen biz insanı çevirip biraz zorlarsanız, inanın çoğunun içinden Süleyman Demirel, İnönü ve Özal çıkar. Çünkü hepimiz, doğuştan siyaset uzmanı DNA’sıyla dünyaya geliyoruz; kim bilir?
Çevremizdeki kişileri, bindiğimiz taksi şoförünü kesintisiz dinlediğimizde, kendini belli eden sihirli star ışığını yani siyaset ışığını görüyoruz. Bu nedenle kafası bozulan, müdürüne sinirlenen, arkadaşlarına atarlanan her kişiyi milletvekili aday adayı olarak görebiliriz.
Geçen hafta, uluslar arası bir şirketin, yurtdışında uzun yıllar yaşayan bir Yönetim Kurulu Üyesi ile sohbet ediyorduk. Yanımızdaki arkadaşımın, kendini yurtdışında biz de bir şeylerle uğraşıyoruz diye tanıtıp sohbetin odak noktası olmaktan çekindiğini fark ettim. Konu bizde de her Türk gibi ekonomi ve siyasete geldi.
Sevgili dostumuz, manyetik alanın dışındaki algısıyla son tabloyu enteresan yorumladı:
“ Bizde, kişilerin güce ve dokunulmazlığa olan eğilimlerini çok yadsımamak lazım. Bizim gibi eğitimde kritik eşiği aşamamış toplumlarda bütün parametreler sübjektiftir. Güven endeksi sistemsel olamayıp, kişilerin tutumuna ve dönemsel değişen güce endekslidir. Bu denklemdeki değişkenler, hak ve hukuk sisteminden, bağımsız kabul edilen birimlere kadar bütün dengelerimizi etkiler.
Toplumsal olarak bireyin ilk öğrendiği, ne olursa olsun kendini sağlama almak ve suyun üzerinde kalma yetisidir. Kişi eğitim ve öğretimdeki donanıma sırtını dayayamaz. Ya güçlü bir yapıya dahil olmaya çalışacak; ya da güçlü kişilere yakın duracaktır. Sadece son siyasi konjonktürle yaşanan gelişmeler değil, bizim toplumumuzda eğitimdeki topallığımızın da yan etkileri diye düşünüyorum. ” dedi.
Evet, çevremize baktığımızda herkes dokunulmaz olmak ve özel olmak istiyor. Belki de o zaman sübjektif sisteme rağmen suyun üstünde kalabileceğimiz hissine kapılıyoruz. Biz burada açmaza giriyoruz. Çünkü siyasetin donanımlı kişilere değil, kişilerin güçlü siyasi örgütlere meyletmesi kısır döngüyü hızlandırıyor.
Yıllardır iş hayatımızda dilimize pelesenk olan know – how, şimdilerde özellikle siyasi yaşamda yerini açık ara know – who sözcüğüne bırakmıştır. Yani artık nasıl yaptığın sana kalsın, kimi tanıdığın seni ve etki alanını gösterecektir. ( ! )
Çok zor da görünse, siyasi hayatta ve yönetişimde kurumsallaşma çok önem arz etmektedir
Yıllarca etkin siyasetin içinde olan rahmetli büyükbabam, çocukluğumda sık sık : “ Doğru menzile gitmeden önce doğru insanlarla, doğru otobüste olduğundan emin olacaksın. ” derdi.
KEYİFLİ PAZARLAR