Hiçbir şeyin her zamankinden daha net olmadığı durumlarda insan neleri söyleyip yazabilir ki? Yaşam dediğimiz duyumsamalarla, ayrıntılarla yoğunlaşan bir şey. Bu ayrıntıları ve duyguları çıkarıp attınız mı elimizde geriye ne kalır ki? Sadece başarı, ihale, güç ve gövde gösterisi, koltuk tutkusu, rövanş alma çılgınlığı, ben ben yine ben paranoyası da değil aslında..
“Sisifos tanrılar tarafından çok ağır bir cezaya çarptırılır. Her sabah koca bir kayayı ite ite bir tepenin başına çıkaracak, akşam olunca zirveye ulaşmış olan kaya yuvarlana yuvarlana aşağı inecek ve ertesi sabah aynı işlem tekrarlanacaktır. Sisifos her gün kan ter içinde kayayı tepeye çıkarmaya ve her akşam onca çabanın boşa gittiğini görmeye mahkûmdur.”
Bizim ülkemizdeki amansız gel- git dönemlerinin annelerin ruhundaki salınımını çağrıştırıyor Sisifos’un hikâyesi de..
Kimi zaman sosyal medyaya gömülüyor kafalar, kimi zaman en bildik çıkış futbol maçlarına bel bağlanıyor. Oradaki holigan tepkilerini görünce de anne yüreğim yeniden acıyor sevginin bizim ülkemizi terk ettiğini düşünüyorum.
Sadece futbol tribünlerinde değil, politika, medya, sanat ve iş dünyamızda dahi , STK’larda insancıl söylemin noksanlığı aşikâr son günlerde.
Gazeteleri incelerken fark ediyorum, farklı görüşten yazarlar kalem değil kılıç kullanıyor adeta… Yatırıp kıtır kıtır kesecek karşısındakini.
Meclis’de, siyasette hep bir meydan muhaberesi nutukları, kökü çok derinlere inen bir nefret tonu seziliyor.
Gününü kurtarmaya tenceresini kaynatıp suyun yüzünde kalmaya çalışan halk da bu gerginlikten etkileniyor. Biz toplum olarak daha gergin ve stresli bir topluluğa dönüşüyoruz ve birbirimize de tahammül edemiyoruz..
Kaybettiğimiz rotayı hangi navigasyondan bulacağız diye düşünüyorum. Toplumsal türbülansımızın normalleşebilmesi için seferberlik durumlarındaki zamanlar kadar elzem annelerimizin sıcak yüreği.
Hiç şaşırmayın; ütopik falan değil. Sahiden bu toplumu ve geleceğini radikalleşmekten sadece eğitimli ve sevgiyi şiar edinmiş anneler normalleştirebilecektir. Şekilsellikten bahsetmiyorum. Birbirini ötekileştirmeden yaşayabilen heykeltıraş gibi sevgiyle toplumu yeniden dizayn edebilen koca yürekli annelerden bahsediyorum…
Sadece çocuklar değil bu ülkenin her kesiminden insanı, adını koyamadığı ama eksikliğini günbegün hissettiği eylemsel sevgiye çok aç! Siyasetin, ekonominin, yaşamın çarkları her şeye rağmen dönerken çoğu değerleri ve insani duyguları öğütüyor. İnsancıl söylem ve sevgi dili tam da bu dönemde bize can suyu olabilir.
Her zamankinden daha çok inanıyorum bu ülkeyi her dönemin gizli kahramanları anneler normalleştirebilecektir. Yeter ki kendi potansiyelinin ve gücünün farkında olsun. Çünkü biliyorum ki annelerin sevgiyi icra edemediği ülkelerde, insanlar sertleşir, giderek acımasızlaşıp kendilerini imha ederle; Tarihte Ortadoğu toplumlarında örneklerine rastlarız. Bizim mayamızda annelerin bereketli sevgisi vardır. Yıllardır anneler öğretmiştir; her şey gibi görünürken evrende hiçbir şey sayıldığımızı ve ancak olgun başakların başlarının eğildiğini. Bu kültürle dayanışma, paylaşma, işbirliği değerlerimiz gelişmiş, en zor ve yokluk zamanlarında dahi bizler birbirimizi sevgiyle sarmaladık. Belki de bu yüzden sığ düşünenlerin giydirmek istediği Ortadoğu elbisesi veya Batı giysisi bizim üzerimizde sakil kalıyor… Bizim geçmişten gelen kültürümüzde hep kendi kıyafetimizi kendi değerlerimizle kendimizin terzi işi hazırlama yeteneği vardır. Şimdi kolaycı anlayış bu toplumu elindeki kıyafete sığdırmaya çalışıyor.. Ama bu toplumun zeybek anaları, Yörük anaları, Çerkez anaları, efe anaları, dadaşlar, Lazlar, Kürtler, her biri kültür mozaiğimizin zenginliğidir. Bu coğrafyada birlik ve beraberliği anaların koca yüreklerindeki sevgi yine sağlayacaktır…
Sevginin duygudan çok eylem olduğunu fedakârlık gerektirdiğini bize yine Kurtuluş Savaşı’nda bebeğini evde bırakan cepheye mermi taşıyan Elif Ana öğretmiştir. Biz Türk kadınları ve anneleri ne Osmanlı tarihinden ne de Cumhuriyet tarihinden vazgeçebiliriz…1000 yıllık geçmişimiz bizim tarihimizdir.
Kadın yeter ki istesin ve kadın kadının kurdu olmaktan vazgeçip birbirine omuz atmadan omuz vererek yaşasın, biz ne türbülanslar yaşadık yine pusulamız sevgi olduğunda rotamızı buluruz…
Tarih kitapları Osmanlı İmparatorluğunun Kanuni’den sonra duraklama devrine girdiğini yazar. İronik değil mi? Son derece görkemli ve sultanına “muhteşem” ünvanını verdirten imparatorluk nasıl olur da bir anda duraklayabilir? Siyasi, ekonomi, ve idari çarkları nasıl işlemez olur? Kanuni’den sonra tahta çıkması beklenen, halkın ve ordunun çok sevdiği Şehzade Mustafa ‘nın gem vurulamayan kadın hırsıyla boğdurulması, duraklamanın başlangıcı olmuştur. Hürrem Sultan’ın kurnazlıkları ve önü alınamayan hırsları koskoca İmparatorlukta bir dönemin kapanışı olmuştur. Oysa görünüşte her şey masum bir aşk hikâyesi gibidir…
Bir anne bereketin, yeniden doğuşun, şifanın timsalidir. Türk annelerinin DNA’sında deli cesareti, anaçlık, sevgi, koruma, şefkat, merhamet kodlanmıştır. Yürek yorgunu annelerimiz bazen kendileri de unutur nasıl bir yürek taşıdıklarını…Unutturulmaya çalışılsa da her anne aklını, kaliteye, üretime, niteliğe takıp hiyerarşi ve güç sahiplerine tapınmayı önemsemezse biz toplum olarak gelişebiliriz…
Anneler er ya da geç öğrenecek ve öğretecek hepimize; sevgiyle yaşamak, direnmektir!!!
Başta şehit annelerimizin, Mehmetçik annelerinin, sevginin duygu değil eylem olduğunu bilen tüm koca yürekli annelerimizin günü kutlu olsun…
Keyifli pazarlar…