İnsanların ilişkilerine dikkatli baktığımızda bugün reddemeyeceğimiz bir gerçek vardır ki, o da görselliğin hayatımızdaki hegemonyasıdır. Her şey imaj olmuş. Modern dünyanın en büyük salgını yüzeysellik. Ruh ve düşünce dünyamız gittikçe fakirleşiyor. Vasatın üstündeki her şeyin sosyal medyada yer yer linç edildiği bir toplumsal kültürde yaşıyoruz. Haset kültürü her yerde, kollektif hafızamız travmalarla dolu ve toplumsal olarak bilme yanılsaması yaşıyoruz ve daha önemlisi dilimizi kaybediyoruz.
Dil! Millet olmanın en temel unsurudur. Dil olmadan medeniyet kuramazsınız. Dil olmadan dini anlayamazsınız. Dil olmadan tarihi anlayamazsınız. Dil olmadan bilim, ilim yapamazsınız.
Görsellik hegemonyası! Bu hegemonyayı meşrulaştıran kültürel ortam iletişim araçlarının gelişme ve yaygınlaşmasıyla beraber karşılıklı bir onaylamayla oluşmakta. Böyle bir ortamda her şey ya da her faaliyet taşıdığı “gösterilme gücüyle” değer kazanır duruma gelmiştir.
Artık üretimin, tüketimin, eğitimin, ahlakın, siyasetin olduğu kadar ibadetin de görselliğin dünyası içinde yeniden üretildiği bir kültürel ortamda yaşıyoruz. Gösteri toplumu aynı zamanda “teşhirci” bir toplum olma özelliği taşıyor. (Cadde ve sokaklarda sahil kıyafetiyle gezilmesi, gürültülü ve şaşaalı düğünlerin yapılmasını başka neyle izah edebiliriz.)
Bunun yeni bir sosyal varoluş tarzına işaret ettiğini kaydedelim. Aşırı bireyci kültür ve görsel iletişim teknolojisinin yaygınlık kazandırdığı yeni kültür kodları, mevcut bütün sosyal ilişki biçimlerini çözerek kendine uygun ilişkiler için “sosyal yapılar” inşa etmekte. Bu yapılar bireysel ve toplumsal düzlemdeki bütün faaliyet biçimlerini de kendi içine alarak dönüştürüyor. Dolayısıyla her şeyi; ister özel, ister mahrem, isterse dini olsun, kendi kavramsal ve maddi araçlarının imkânlarıyla, ait oldukları yerden ve bağlamdan kamusal alana taşımasıyla ya da daha açıklayıcı ifadeyle bir “gösteriye” dönüştürmesiyle dikkat çekmekte. Her şeyi gösteriye dönüştüren yeni bireyci idealler yoksulluk üzerine de iki yönlü etkide bulunuyor. Biri yoksulluğun ortaya çıkan yeni haline (varlık içinde yokluk da denebilir) zemin hazırlamakta; diğeri de insanın bu yoksulluk karşısında duyarsız kalmasına ideolojik destek sağlamaktadır. Böyle bir süreçte Müslümanın dininden edindiği sosyal rol ile kimliği arasındaki ilişkinin dönüşüme uğradığını görüyoruz.( Bu ayrı ve uzun bir mevzu…)
Toparlamaya çalışırsak; bugün yaşadığımız günlük hayat, nihilizmin bütün işaretlerini barındıran huzursuz ve tedirgin edici bir hal almıştır. Kederli, elemli, hicranlı, melalli, öfkeli… Ve solup giden sadakatlar. Sevgiye ne oldu, diye soruyorlar. Popüler kültürün ‘sevgi selleri’nde boğulup gitti. Sevgi dedikleri nedir bugün? Şık, itibarlı, piyasası yüksek ve her zaman kazançlı alışveriş… Bütün manalarından soyunmuş ve “işletmecilik” hastalığına tutulmuş bir duyguya “sevgi” deyip durmanın âlemi var mı?
Kirlilik sevgiyi ve estetiği bitirdi. Ses kirliliği, çevre kirliliği, gürültü kirliliği, söz kirliliği, bakış kirliliği… Yitirilen estetik. Araftayız… Cemil Meriç, “Bir arslan medeniyeti, bir tilki medeniyetine yenildi” diyor.