İnsana ‘ daha iyi ve daha kalıcı’ bir dünya vaat ederek ona umut aşılayan ve harekete geçiren din, eğer bu umudu gerçekleştirecek temel değerleri ve normları insanla buluşturamazsa dünyevileşemez ve vaat ettiğini gerçekleştiremez. Bu durumda umut, lügatimizdeki en tehlikeli kelimeye dönüşür. Zira gerçekleşmeyen umutlar, önce hayal kırıklığı, ardından çaresizlik, ve sonunda da radikalliği getirir.
Din ve dünya arasındaki ilişkinin mahiyetine çapraz bir sorguyla girelim: Dinin içinden dünyayı veya dünyanın içinden dini çıkarsak geriye ne kalır?
Dini, dünyanın ruhu olarak tanımlayanlar için bunun cevabı açıktır. Dünyadan dini çıkarıp alırsanız, ruhsuz bir insana ne olursa dünyaya o olur. Ya dinin içinden dünyayı çıkarırsak ne olur? “ Dünyada yaşam süren insana hitap eden ama – nasıl oluyorsa- dünyevi ol(a)mayan bir din” nasıl bir şeydir?
O halde başta şu ilkeyi belirlemek gerekir: Din ve dünya bir varlıkta hayat bulurlar: İnsan. İnsan yoksa ikisi de yoktur. Dünya insan için kurulmakta ve burada rotasını doğru tespit etmesine yardımcı olmak üzere de kendisine ‘din’ verilmektedir. Dünya da din de insan için en iyi yaşam şartlarını sağlamak için var kılınan iki gerçekliktir. Dünya aynı zamanda insan için bir imtihan sahasıdır. Onun için dünya dinin bedenidir. Bedene ( dünyaya) sinen din ve dini değerler, insan üzerinden bir değişim ve dönüşüm yaratmaktadır. Dinin muhatabı tarihsel zaman/mekan değil, bu mekânı varlığıyla anlamlı ya da anlamsız hâle getiren insandır.
Unutmamak gerekir ki, tanınma ve onarılma talebinde bulunan bir dünyada yaşıyoruz…” Sizi topraktan inşa eden ve size orayı imar etme yeteneğini bahşeden O’dur.( 11/Hud,61.) beyanı insana biçilen bu eşsiz role işaret etmektedir.
Kur’an, insana bazı roller biçer ve bu rollerin yaşamda karşılık bulup bulmadığına bakarak değerlendirir. Bu öncü rol, yüce Allah’ın insanın var oluşuna yerleştirdiği en yüksek güç merkezini temsil eder. Hangi misyon, insanın yeryüzünde varlık âleminin önderliğini, idaresi ve gözetimini üstlenmesinden daha büyük olabilir ki!( Dr. Şaban Ali Düzgün- Dini Anlamak Kılavuzu) Kuşkusuz insan bu misyonu, evrene egemen kılınan temel yasaları işleterek her geçen gün gaybı, şehadete, bilinmezi bilinire, görünmezi görünüre çevirerek gerçekleştirebilir; zira ancak ciddi araştırmalar ve derinlikli düşünceler, dışımızdaki dünyayı gücümüzün uysal nesnesi haline getirebilir.
İnsan bu süreçte, olağanüstü bir güç kaynağından, yani ilahi bir güçten yararlanmaktadır.( 2o Taha,6.) İnsanın ikinci rolü, doğuştan getirilen temel hakların( can, mal, akıl, din namus ve nesli korumayı ) herkes için sağlamasını ve dünyayı ömür sürmeye değer bir mekâna dönüştürerek sürdürülebilir bir hayatı inşa etmesini zorunlu kılmaktadır.
Üçüncüsü; Allah’ın, insanı birçok yaratılmıştan üstün tutarak onurlandırması ve bu onurun korunması şartıyla ona diğer yaratıklardan daha üstün bir konumun verilmiş olmasıdır. 17/İsra,70.
Yaratılışın üzerinde akıl yürüterek keşif yapan, yaptığı her keşfi yeni keşiflerin kutup yıldızına dönüştüren insan,’boş yere yaratılmayan’ evrenin gerçek varlık sebebini idrak edebilir.( 3/Âl-i İmran, 191.)