Yıl, 12 Mart 1971. Türkiye radyolarının öğlen haber bültenlerinde muhtıra okunuyor. Muhtırayı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyicioğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur imzalamışlardır.
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, kabinesiyle iki saat süren bir toplantıdan sonra istifa etti. Muhtıra zoruyla olan istifayı niteleyen İsmet İnönü şöyle der: “Demokratik bir istifa var. Demokratik mekanizma işliyor. Olayları tetkik ediyorum; bakalım göreceğiz.”
Hükümetin istifasından sonra CHP üyesi olan Anayasa Profesörü Nihat Erim, CHP’den istifa ettirilerek “ bağımsız ve tarafsız” bir Başbakan olarak hükümeti kuruyor. Ne hikmetse, Nihat Erim bir gecede tarafsızlaştırılmıştır.
Demirel hükümetinin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil beş yıl sonra bir gazeteye verdiği demeçte, “… 12 Mart’ta CIA vardır; büyük ölçüde vardır, 12 Mart’ta haşhaş vardır…” demiştir. Nihat Erim’in ilk hükümet icraatları Çağlayangil’i teyit eder niteliktedir. Zira, Nihat Erim’in ilk icraatı haşhaş ekimini sınırlamak oldu. 14 ilde yapılan haşhaş ekimi yedi ile indirildi. 1971 hesaplarına göre haşhaş ürünü Türkiye ekonomisine 429.049.760 lira gelir sağlıyordu. Haşhaş ekiminin sınırlandırılmasıyla beş yüz bin çiftçi aile mağdur edilmişti.
1970’ler Türkiye’sinde ‘iktidar’ bir Egemen sınıfın elindeydi. Bu sınıfı Türkiye burjuvazisi oluşturmaktadır ve bizzat kendisi de yine kendi içinden türemiş olan işbirlikçi- tekelci sermayenin güdümündedir. Türkiye’deki egemen sınıf, tarihi ‘masal’ niyetinde ezberlediği için, geçmişi bir devanası masalı sanarak, varlığının ortadan kalkacağı gibi bir endişe içindeydi ve içindedir. Bunun adı egemen sınıf paranoyası.
Anadolu’nun dört bin yıllık haşhaşının bir çırpıda gözden çıkarılabilmesi, ‘dış desteğin bir an önce sağlanabilmesi’ hesabında yatar. Hesapta ABD yöneticilerinin gözlerine girilir, hem üç beş dolar koparılır hem de daha önemlisi Batı dünyasında ‘Yaşasın Türkler’ dedirtilebilirdi. Ama umdukları olmadı ve hiçbir zaman olmayacaktı.
Gözleri hep Batı’ya dönük olduğu için Türkiye’deki tarihsel- toplumsal şartları yeterince değerlendiremediler. Bu durum bunlar için hiçbir eksiklik göstermeden devam edegeliyor. Daha ne kadar devam edecek Allah bilir.
Türkiye, ABD’nin arka bahçesi olmuştur hep. ABD şimdi eski günlerin özlemini çekiyor. 2010’dan beri laf dinlemeyen, kendi çıkarlarını önceleyen bir Türkiye ile karşı karşıya. ABD’nin kabullenemediği bu. Ayrıca ABD’yi saran korku 15 Temmuz Türkiye’yi işgal hareketidir. Bu hareketin ABD tarafından planlanıp desteklendiği açığa çıkarsa ABD’nin yargılanması kaçınılmazdır. FETÖ, ABD’nin taşeronudur. Batı hayranları, Batı hayrancılığını, Erdoğan düşmanlığını bir kenara koyabilseler bunları anlayacaklar. Ama onlar öfke doludur. Öyle ki, bu ülkenin her nimetinden en fazla onlar pay alırlar ve utanmadan bu ülkede yaşamak istediklerini haykırırlar. Ne diyelim?
“Öfke gelir, göz kararır, öfke gider, yüz kararır.” “ Öfke küçültücü bir duygudur, çöken bir yapıya benzer, nereye düşerse orayı yıkar.”