Geleceği inşa etmenin yolu geleceğin insanını inşa etmekten geçer. Fakat ülke olarak hâlâ eksiğimiz çok.
Çocuklarımızı geleceğe yönelik yetiştirebiliyor muyuz?
Elbetteki hayır.
Gençlerimizin genelde kültürümüze ve kendi dünyamıza olan kayıtsızlıkları sadece şikâyet edilecek bir konu değildir. Üzerinde enine boyuna kafa patlatmamız gereken çok önemli bir konudur. Diğer bir husus, eğitimli kesimlerin medeniyet değerlerimizden ve anlayışından uzak olduğu gerçeğidir.
Bu durum İkinci Abdülhamid zamanından beri konuşulan bir paradokstur. Ama Tanzimat’la beraber özden uzaklaşma ve arayışlarla iki yüz yıl geçirdik. İyice dikkat edilirse ülkemizde tahsil yaygınlaştıkça kişilikli, geleneğine bağlı ve “yerli” özellikler azalmıştır.
Bunun sorumluluğunu tahsilde değil, tahsilin içeriğinde aramak gerekiyor.
Eğitim ve kültür; başka sahalar gibi insanı sadece “ idame” eden değil, insanı “inşa” eden alanlardır. Ülke olarak inşa kavramını doğru anlamazsak boş yere kaynak ve zaman harcarız. Bugüne dek ve şu anda yapılan tam da budur. Gençlerimizin hem bilinç, hem bilgi, hem de eylem alanlarında önemli eksiklikleri var.
Bilgisizlik had safhada. Gençlerimiz tarih, coğrafya, ülke, millet konularında genellikle bilgisizdir. Bu bilgiler yoksa bunların gerektirdiği şuur da yoktur. Bunun kabahati gençlerde mi? Değil ve olamaz.
İnsanlar bilgiyi okuldan alırlar. Okullarda bu bilgi yeterince verilmiyorsa, öğrenmesi için gençlere bir merak uyandırılmıyorsa biz kabahati öğretmenlerde, öğretmenleri yetiştiren üniversite hocalarında aramalıyız.
Diğer bir sorun bilinçsizliktir. İyi bir bilgiye sahip olsanız bile bu bilinçli olmanızı sağlamaz. Bilinci doğuran inanç ile, dünyaya bakış ile şekillenen zihniyettir. Yani maariftir, irfandır. Her elde edilen bilgi, irfana göre değer kazanır. Eskiler ‘ilmi çok, irfanı yok’ derlerdi.
Günlük hayatın içinden bir bakın. Giyim, kuşam, müzik, sohbet zevkten nasibini almadan devam edip gidiyor. En tahsilli insanımız bile zevkten uzak. Çünkü bizde kültür diye anlaşılan Batılı kompleksini besleyen şeylerdir. Bunlar da özü aslı bilinen değil, şeklen taklit edilen şeylerdir. Aslında en büyük düşmanımız bu aşağılık kompleksi. Tam iki asırdır böyleyiz. Başka türlü tarihine düşman, tarihine söven aydınlar olabilir miydi?
Uygarlığın üç ayağı vardır: İnsan, mekan, zaman. İnsan, uygarlığın hem merkezi, hem de hedefidir. Mekan, coğrafyadır.
Kişinin kendi özü, fikri, değerleri kadar kendi mevcut mekânını, komşu coğrafyaları, geçmişte uygarlığın yaratıldığı büyük coğrafyayı ve nihayet bütün dünyayı tanıması gerekir.
Zaman tarihtir. Milletlerin özgeçmişi tarihtir. Her millet öncelikle yeni nesillere tarihini öğretir. Biz bu hususta biraz gerideyiz.
Hülasa; kendini bilen, mekânını bilen, zamanını bilen, dünyayı bilen, estetiği önemseyen, zevk sahibi, bilgili, vakur, cevval bir insan yaratmak… Önce bu insanı yetiştirecek öğretmenleri yetiştirecek hocalara ihtiyaç var.