Dini bireyde başlatıp bireyde bitirmek yahut dini vicdanla sınırlı görmek, iki felsefi temelde tartışılabilir:
Birincisi, ilahi kitap kavramını kabul etmediği için, Allah ile insan arasındaki ilişkiyi vahiy üzerinden kurmaz. Dolayısıyla dinin buyruklarıyla kendini göstereceği bir toplumsal alan da söz konusu edilemez. Bunlar Tanrı ile insan arasındaki ilişkiyi dolaysız bir şekilde kurmanın mümkün olduğunu ve aracı varlıklara ( melek, peygamber, kitap vs.) hiçbir şekilde ihtiyaç bulunmadığını söylerler. Tanrı bizzat hissedilen ve varlığı sezgisel olarak deneyimlenendir. Liberal teolojiler böyle bir tutum içindedir.
Dinin bireyin vicdanında başlayıp biten bir algı olarak gören ikinci yaklaşımda, dinin herkesin doğrulamamasına açık olmayan öznel kabullere dayandığı iddia edilmektedir. Herkesi doğrulamasına açık olmayan bir alanın herkes için nesnel ortak bir zemin oluşturamayacağı söylenerek, başladığı yere yani kişisel vicdana bırakılması gerektiği söylenmektedir. Seküler teolojiler böyle bir tutum içindedir.
Bu konuda yapılan mantıksal tahliller bir tarafa, dinin yerinin toplumsal alan değil de kişinin vicdanı olduğu yönündeki iddialar, dinin kendine özellikle politik alanda yer tutmaya çalışması ve iktidar mücadelelerinin aygıtlarından birine dönüştürülmesi ile yakından ilgilidir. Bu durum hem İslam dünyası hem de Batı için geçerlidir. Ama özellikle Batı’nın bu konuda sicili kabarıktır. Dini kişinin vicdanıyla sınırlama talebi de bu anlamda politik bir tutumdur. Yani dini iktidar aygıtına dönüştürmek de, kişinin vicdanına hapsetmek de politik bir ağırlığa sahiptir ve her ikisi de yanlıştır.
Yanlıştır, çünkü din yapısı gereği inananlardan önce iman, sonra da bu imanın doğrulandığı bir eylemler alanı (Salih amel) öngörür. Salih amel, faydasını başka insanların gördüğü eylemdir ve ister istemez kişinin vicdanının dışına taşar. Bu anlamda din, salih amel işleyerek bir mümin yaratma bağlamında kişinin vicdanını hedefler; ama bu kişinin imanı toplumsal zeminde test edilecektir. Bunun içindir ki, felsefeden ayrı olarak din, doğru düşünce kadar, doğru eylemin de peşindedir.
Dinin içini boşaltma veya yeniden şekillendirme çabalarında Batılı gelenek büyük bir mücadele tarihine sahiptir. Bu çabalar, pozitivizm üst başlığı altında sınıflandırılmaktadır. Zira pozitivizm ve kendini dine karşı konumlandıran benzer akımlar karakterlerini büyük oranda Kiliseyle mücadeleleriyle kazanmışlardır.
Ancak önemli bir noktaya dikkat edilmelidir: Batı’da gelişen kilise karşıtı akımları, genellemeye giderek diğer dinlere karşı konumlandırmak hiç doğru değildir.
Kaynak kitap: Prof.Dr. Şaban Ali Düzgün.- Çağdaş Dünyada Din ve Dindarlar. Lotus Yay.