Hıristiyan Avrupa, İslam Medeniyetine olan medyunluğunu itiraf etmekten daima kaçınmıştır. Yine aynı hasis düşünceyle, bu medeniyete karşı herhangi bir medyunluk altında kalmamak için tarihini yalanlar üzerine bina etmiştir.
Rönesans devrinin başlangıcını Türklerin İstanbul fethi tarihi olan 1453 ile başlatırlar. Yenilik hareketinin İstanbul’dan kaçan Rum papazlarının beraberlerinde getirdikleri eski Yunanlılara ait edebi ve ilmi hazineler sayesinde gerçekleştirildiğini ileri sürmüşlerdir. Böylelikle Avrupa’nın gelişme ve ilerlemesi , Araplara değil, eski çağların eserlerine borçlu sayılıyordu. Bu İslam eserlerinin bir çeşit inkarı idi.
Hıristiyanlar: “Kilise kilise dışında felah yoktur!” derler. Aynı zamanda da kilise 4. Yüzyıldan 12, yüzyıla kadar herhangi bir eser verme kudretine malik olamadığı gibi sözüm ona , “Hıristiyan Sanatı” dedikleri berbat bir durumdaydı. Yine de “ Kilise dışında ne sanat, ne de ilim vardır!” iddiasını ağızlarından düşürmediler. Büyük bir yazar olduğu ileri sürülen Littre de aynı körlük ve saçmalığın içindedir. Littre : Kendisine sorduğu şu suali sorar: “ Arap ilim kitaplarının esasında özelliği ve önemi olan ne vardır? Bu ilimler ve eserler Yunan ilimlerinden ve eserlerinden başka bir şey değildir. Ortaçağ devri bu vasıtalı yol ile, ilmin öz kaynaklarıyla,yalnızca ilimle temasını sağlamış oluyordu. Zira Araplar, Yunanlıların edebiyatını ve güzel sanatını temsil etmek kudretine malik değillerdi. Ve nihayet İstanbul’un fethi vuku buldu… Ve Yunan aydınlarının ve kitaplarının Batı’ya kaçışları meydana geldi.”
Hey hat! Türkler farkında olmadan Batı medeniyetinin gelişmesine nasıl da katkıda bulunmuş. Sedillot, Arapların Tarihi kitabında daha tarafsızca şunları söylüyor: “ Araplar, Atina ve İskenderiye alimlerinin benimsedikleri eserleriyle tatmin edilmiş olmadıklarından onları geliştirdiler, kendi öz keşifleriyle zenginleştirdiler ve böylece aşmış bulundukları Yunanlılarla çağdaşlar arasında yeni gelişmeleri sağlayan yolu hazırlamış oldular. Artık hiç kimsenin Arapların bütün meziyetleri sadece Yunan ilminin kırıntılarını muhafaza etmiş olmaktan ibarettir demeğe hakkı yoktur.
El Bettani, Ebül Vefa, İbn-i Yusuf ve diğer birçokları yeni keşiflere adlarının mührünü basmışlardır. Bağdat Mektebi, mevcudiyeti boyunca medeniyetin ölçüsü olmuş, Atina ve İskenderiye Mektepleriyle çağdaş mektep arasındaki muazzam devri parlak bir mevcudiyetle doldurmuştur.
Batı’da fikri gelişme, Avrupa’nın güneyinde, özellikle 11. Yüzyılda İtalya’da başlamıştı. Venedik’ten Napoli’ye kadar bütün Akdeniz kıyılarını aydınlatan ışık 7. Yüzyıldan beri edebiyatın, sanatın ve ilmin gözü olan Kurtuba ve Sicilya’dan fışkırmıştı. İberya yarımadası ( İspanya) hemen tamamen İslam hakimiyeti altındaydı. Büyük adalardan Majorka, Minorka, Korsika, Malta, Sicilya ve İtalyan karasının bir kısmı Toronto ve Brendizi Arapların elinde olduğu gibi, Roma’ya kadar ilerleyip Papa’yı kendilerine cizye vermeğe de mecbur etmişlerdi. Vaktiyle Yunan medeniyetinin yuvası olan Akdeniz havzası tekrar üstünlüğünü elde etmiş, Akdeniz fikriyatı yeniden hüküm sürmeye başlamıştı. İslam tesiri, özellikle Sicilya’da son derece kuvvetli olmuştu. Orada Kurtuba’nınkine yakın parlak bir medeniyet meydana getirilmişti.
Demem o ki Avrupa ve tüm Batı dünyası Hep kendine yontmuş, yanlışları, yalanları özümsemiş ve maalesef bu yalanları büyük ustalıkla pazarlamıştır. Bugün de aynısını devam ettiriyor.