Akıl insanları diğer mahluklardan ayıran en önemli varlıktır. Aklın maddi ve mana boyutu vardır. Kur’an aklı hakem olarak tayin eder ve ona bir prensip olarak başvurur. Kur’an aklı hakem tayin ederken akılcılığı(rasyonalizm) şiddetle reddeder.
Maddi şeylerde akıl,(Arapçada) mastar olarak hayvanı bağlamak demek olup kastedilen mana onu zararlı hareketlerden men etmektir. Bundan dolayı bağlayan ipe “ikal” denmiştir. Manevi şeylerde gene mastar olarak bilmek, anlamak şuurlu olmak, duymak, temkinli ve işinde gücünde derli toplu olmaktır. Akıl isim olarak kullanıldığında kalp ve gönül manalarına gelir.
Anlaşılacağı üzere akıl önce müşahhas bir manada, sonra kalple ilgili anlama ve bilme manalarında kullanılıyor. Kur’an’ın kullandığı kalp ve fuad (yürek, kalp, dil, gönül) ile akıl arasında sıkı bir ilginin bulunduğu onların kullanılışlarından anlaşılmaktadır. Kur’an kalbin insanın duygu ve bilgi kaynağı olduğuna işaret etmiştir. İnsanda iyi ve kötü niyet, huzur ve korkunun yerinin kalp olduğunu açıklamıştır.
Akıl kelimesinin zihni bir kavram olarak kullanılışında gösterdiği büyük rol maddi şeylerde kullanılışındaki özelliğin eseridir. Maddi sahadaki bağlamak gibi anlamları zihni sahadaki manalara nakletmiş ve akıl sahibini olur olmaz şeylerden alıkoyan, manevi bir nesneye bağlayan bir anlama yetisinin ve melekesinin adı olmuştur. Akıl ve taakkul Türkçeye düşünmek, akıl yürütmek, uslamlamak, muhakeme etmek olarak tercüme edilebilir. Psikoloji akıl yürütmeyi insanın evvelce edinmiş olduğu tecrübelerini birleştirerek tertipler yapması olarak tarif etmektedir.
Kur’an akla önem vermiş ve insanları akıllarını kullanmakla sorumlu tutmuştur. İnsanların doğruyu eğriden, hakkı batıldan ayırıp doğru yolu seçmelerinde anlamaya, düşünmeye ve muhakeme etmeye muhtaç olduklarını görerek, onları buna teşvik etmiştir. Kur’an bu hususta kendine güveniyordu. Eğer insanlar akıl yürütüp düşünürlerse, Kur’an’ın ileri sürdüğü fikirleri kabul edeceklerdir. O buna inanıyor ve akıl ile arasında bir düşmanlık olmadığını ortaya koyuyordu. Bundan dolayı insanları düşündürebilmek için akılsızlıkla yermiştir. Çünkü insanlar içinde kendi aklını beğenmeyeni bulmak imkânsızdır. Bir filozof şöyle diyor: “ Tanrı’nın insanlara dağıttıklarında en adil davrandığı şey akıldır. Zira bugüne dek aklından şikâyetçi olana rastlanmamıştır.”
Kur’an akla kıymet verdiğindendir ki, inanç ve farizaların dini bir inanç ve farz olduklarını ileri sürerek kabul edilmelerini istemiş, onların sebep ve hikmetlerini ortaya koyarak faydalarını göstermiştir. Bir şeyin tercih edilme sebebini bilmekte aklın müdahalesine ihtiyaç vardır. Kur’an kendisinin üzerinde düşünülecek bir kitap olduğunu ortaya koymuş, düşünme yetisi olanları düşünmeye ve akıllarını yürüterek anlamaya teşvik etmiş, hatta akıllarını yordukları takdirde bir çelişiklik bulamayacaklarını ileri sürmüştür. Bu, insanın bir şeyi anladıktan sonra onu başka şeylerle kıyaslayarak aralarında bir zıddiyetin olup olmadığına ancak akli bir muhakeme ile ulaşacağını gösterir.
İnsanları gerçeklerden alıkoyan, ilerlemelerine engel olan ve insanlığa faydalı bir fikri kabul etmeye yol vermeyen gelenekleri ve görenekleri yıkmak hususunda Kur’an akla ve akıl kullanmaya başvurmuş ve taklitçiliğe karşı aklı savunmuştur.
Daha geniş bilgi için: Hüseyin Atay- Kur’an’da İman Esasları ve Kader Sorunu- Atay Kitap