Türkiye, Afganistan’dan göçü tartışırken, Prof. Dr. Barış Özdal, yeni bir göç dalgasını kaldıramayacağımızı savundu: “Afganistan’da yaşanan son gelişmeler neticesinde yeni bir kitlesel göç dalgası ile karşı karşıya kaldığımız somut bir gerçektir. Sadece bir akademisyen olarak benim değil başta Cumhurbaşkanımız dâhil olmak üzere birçok temsil kabiliyetine sahip olan siyasetçimizin de belirttiği gibi böyle bir göç dalgasını tamamen üstlenmemiz mümkün değildir. ”
Özdal, geçmiş yıllardaki göçlerle, Suriyelerin göçünün kıyaslanmaması gerektiğinin altını çizerek, “Orta Doğu kaynaklı göçlerde durum din paydasında kendisini göstermektedir. Diğer bir deyişle etnik Türklerin Türkiye’ye göçleriyle Müslüman Arapların göçleri arasında nitel açıdan somut farklar mevcuttur. Zaten bilginiz üzere kamuoyunda çeşitli tepkilerle de karşılanmaktadır” dedi.
—————–
Göç sorununu Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Disiplinlerarası Göç Araştırmaları Ana Bilim dalı Başkanı, Diplomasi Araştırmaları Başkanı Prof. Dr. Barış Özdal ile konuştuk.
Öncelikle Orta Doğu kökenli misafirlerimizin tanımını yapalım. Bunlar mülteci mi, sığınmacı mı yoksa göçmen olarak mı tanımlanmalı?
Belirttiğiniz üç kavram da birbirinden farklı olup üst tanım olarak ‘göçmen’ denilebilir. Lakin Orta Doğu kökenli göçmenlerin geçerli olan hukuksal tam tanımları 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) uyarınca Türkiye Cumhuriyeti Devleti ülkesinde geçici koruma altında olan yabancılardır. Diğer bir ifade ile belirtirsek geçici koruma kavramı Arap Baharı sonrası dönemde tıpkı Suriye iç savaşının ardından yaşanan kitlesel göçlere acil bir şekilde çözüm bulmak için türetilmiştir. Zira Türkiye 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne hem coğrafi hem de tarih olarak bir sınırlandırma getirmiş ve Avrupa dışı bölgelerden gelen göçmenleri uluslararası koruma altında tanımlamıştır.
Bir de düzensiz göçten söz ediliyor? Düzensiz göç ne anlama geliyor?
Düzensiz göç, aslında ‘yasadışı göç’ veya ‘belgesiz göç’ demektir. Yasadışı göç kavramının kamuoyunda yarattığı olumsuz algı nedeniyle 2009’dan itibaren ilk kez AB raporlarında kullanılmaya başlanmıştır. Daha geniş bir şekilde belirtirsem 2006, 2007 ve 2008’de yapılan AB düzenlemelerinde çoğu zaman “yasadışı göç” tanımı kullanılmasına rağmen, Avrupa Komisyonu İçişleri Genel Direktörlüğü tanımlamalarında ilk olarak 2009’da ‘düzensiz göç’ kavramı tercih edilmiş ve genel kabul görmüştür. Tanım olarak vermek gerekirse yürürlükte olan yasal çerçeveye uygun hareket edilmeyerek gerçekleştirilen göçler yasa dışı yani düzensizdir. Bu bağlamda yabancıların yasadışı yollarla Türkiye’ye girişi, Türkiye’de kalışı ve Türkiye’den çıkışını, Türkiye’de izinsiz çalışmasını tanımlamaktadır.
Ülkemizde Suriyelilerin barınmasını savunanlar, Anadolu’nun bir göç coğrafyası olduğunu ve 100 yıllardır bize sığınanları geri çevirmediğimizi savunuyorlar. Ancak geçmişteki göçlerle özellikle Suriye’den gelen göç dalgası kıyaslanabilir mi? Mesela Balkan Harbi’nden sonraki göç hareketleriyle veya mübadeleyle gelen göçlerle ya da Bulgaristan zulmünden kaçan Türklerin anavatana sığınmasıyla Suriyeli göçü aynı perspektiften değerlendirilebilir mi?
Evet, tarihsel açıdan Anadolu hep bir göç coğrafya olmuştur. Ama göçleri birbirleri ile kıyaslamak doğru değildir. Çünkü her göç hareketi kendi öznel şartlarına sahiptir. Bu bağlamda Balkanlar’daki Türklerin aynı ulus paydasına sahip olduğunu belirtmek gerekir. Hiç şüphesiz Balkanlar’dan yaşanan göçlerin hepsi Türkiye için göç yönetimi konusunda önemli tecrübeler sağlamıştır ama sorunuzda belirttiğiniz gibi Suriyeli göçü ile aynı perspektiften değerlendirilmesi hiç doğru değildir. Zira İmparatorluk mirası ulus devlet olarak Türkiye’nin eski coğrafyasından göç alması kamuoyunda doğal karşılansa da Balkanlar’dan yaşanan göçlerde aynı ulus paydası söz konusudur. Orta Doğu kaynaklı göçlerde ise durum din paydasında kendisini göstermektedir. Diğer bir deyişle etnik Türklerin Türkiye’ye göçleriyle Müslüman Arapların göçleri arasında nitel açıdan somut farklar mevcuttur. Zaten bilginiz üzere kamuoyunda çeşitli tepkilerle de karşılanmaktadır.
Atatürk, I. Dünya Savaşı’nda genç nüfus azaldığı için olumsuz etkilenen tarımdaki işgücü kaybını mübadeleyle kapatmayı hedeflemişti. Bugün de iktidar temsilcileri bazı şehirlerde sanayiyi Suriyelilerin ayakta tuttuğunu savunuyor. Bu iki örnekten yola çıkarak, Suriyelilerin ekonomi üzerindeki etkilerinden söz eder misiniz?
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunu takiben iktisadi bağımsızlığını da sağlamak amacıyla kalkınma hamlesi içine girerken uzun savaşlar ve salgın hastalıklar nedeniyle azalan nüfusunu Balkanlar’dan gelen göçmenler ile arttırmıştır. Nitekim bu yeni nüfus grubu Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına yeni bir dinamizm getirmiştir. En güncel olan açıklanmış sayısal verilere baktığımızdaysa Türkiye’deki geçici koruma altındaki kayıtlı Suriyeli sayısı 23 Temmuz 2021 tarihi itibarıyla toplam 3 milyon 690 bin 896 kişidir. Çalışma izni verilen Suriyeli sayısının ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından 31 Mart 2019 tarihinde yapılan açıklamada 31 bin 185 kişi olduğu belirtilmektedir. Ticaret Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada da 26 Şubat 2019 tarihi itibarıyla en az bir ortağı Suriye uyruklu olan şirket sayısının 15 bin 159 olduğu belirtilmiştir. Hiç şüphesiz Türkiye ekonomisi üzerinde etkileri vardır ama bu etkinin kayıt dışı ekonomi de dikkate alındığında ne ölçüde olduğu çok daha detaylı akademik çalışmaları gerektiren bir husustur. Bildiğim kadarıyla bu yönde çeşitli akademik çalışmalar da yapılmaktadır.
Suriyeliler uzun zamandır Türkiye’de. Suriye’den ilk göç dalgası 2011 yılında olmuştu. O günden bu yana Türkiye’ye entegre olduklarını söyleyebilir miyiz?
Bildiğiniz üzere ‘entegrasyon’, kelime anlamı itibariyle ‘bütünleşmek’ ve ‘uyum sağlamak’ demektir. Farklı parçaların özelliklerini kaybetmeden bir bütün oluşturması yani azınlık ve çoğunluğun birbirine uyum sağlaması anlamına gelmektedir. Ama çok dikkatli kullanılması ve dikkatli bir stratejik plan doğrultusunda uygulanması gerekmektedir. Zira ‘adaptasyon’, ‘ortaklık’ ve ‘asimilasyon’ kavramları ile çok ilintilidir. Devletimiz ise İçişleri Bakanlığı’na bağlı bir Göç İdaresi Genel Müdürlüğü kurarak uyum süreçlerine ilişkin iş ve işlemleri yürütmeyi amaçlamaktadır. Büyük bir özveri ile yapılan çalışmalara rağmen başta Suriyeliler olmak üzere Türkiye’deki geçici koruma altındaki yabancıların uyumunun çeşitli nedenlerle istenilen seviyede olduğunu söylemek ise güçtür.
Suriyelilere vatandaşlık verilmesi tartışmaları hakkındaki değerlendirmenizi alabilir miyiz?
Açıklanan son verilere göre Türk vatandaşlığı verilen Suriyeli sayısının yaklaşık 150 bin olduğu bilinmektedir. Hiç şüphesiz sadece Türkiye değil, dünyadaki tüm devletler demografik verilerini dikkate alarak doğal olmayan yöntemlerle nüfus artışına gidebilmektedirler. Başta ABD, Kanada, Avustralya, Almanya ile Fransa göç politikalarına ve göçmen kabulü ile ilgili yasalarına bağlı olarak, göçmenlere belli özelliklerini göz önünde bulundurarak vatandaşlık vermektedirler. Bu göç türüne literatürde ‘seçimli göç’ adı verilirken, dikkatli uygulanması halinde devletlerin ulusal çıkarlarına uyumludur.
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın yabancıların su faturalarına 10 kat zam yapması girişimi, sorunun çözümü noktasında fayda sağlar mı? Bu yolla sorunun çözülebileceğine inanıyor musunuz?
Ülkemizdeki Suriyelilerin sayısı 4 milyonu geçti. Bu insanların kaçının geri döneceğini öngörebiliriz?
Bu konuda net bir sayı ve tarih vermek bence mümkün değil. Ayrıca önemli olanın bu kişilerin ülkelerinde yaşanan iç savaştan kaçarak can ve mal güvenliklerini sağlamak için geldiklerini ve geçici koruma altında olduklarının unutulmamasıdır. Ancak Suriye’de iç savaşın bitmesinin ardından, yani kişilerin göç etmesine neden olan unsurların ortadan kalkmasından sonra Türkiye’nin de gerek uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerinin gerekse dinsel ve kültürel toplumsal yapımızdan kaynaklanan iyi komşuluk kapsamındaki üstlenimlerinin sona ereceğini vurgulamak gerekmektedir.
Suriyelerden sonra Afganistanlıların da göçü gündemde. Türkiye, yeni bir göç dalgasını kaldırabilir mi?
Özellikle Soğuk Savaş’ın ardından uluslararası sistemde yaşanan gelişmeler neticesinde Avrupa ülkeleri göçmenler için ‘hedef bölge’ olurken Türkiye de ‘transit ülke’ haline gelmiştir. Bu bağlamda Afganistan’da yaşanan son gelişmeler neticesinde yeni bir kitlesel göç dalgası ile karşı karşıya kaldığımız ise somut bir gerçektir. Sadece bir akademisyen olarak benim değil başta Cumhurbaşkanımız dâhil olmak üzere birçok temsil kabiliyetine sahip olan siyasetçimizin de belirttiği gibi böyle bir göç dalgasını tamamen üstlenmemiz mümkün değildir.
Afganlar, güzergâhlarındaki komşu ülkelere gitmektense neden 3 bin kilometre uzaklıktaki Türkiye’ye gelmek istediler.
Yukarıda da belirttiğim gibi Avrupa ülkeleri göçmenler için yüksek sosyo-ekonomik refah seviyeleri ile ‘hedef bölge’ dir. Türkiye ise coğrafi konumu gereği göç rotalarında ‘transit ülke’ dir. Afganistan göçmenleri açısından bakıldığında da aynı durum karşımıza çıkmaktadır. Pek tabii kitlesel göçler üzerinde etkili olan ‘çekici’ ve ‘itici’ faktörler göz önüne alındığında göç rotaları üzerinde yer alan diğer devletlere nazaran Türkiye’nin izlediği göç politikalarının da bu süreçte etkili olduğunu ileri sürmek mümkündür.
Avrupa ülkeleri arasında en fazla sığınmacı kabul eden ülke Almanya oldu. Ancak Almanya bile Türkiye’deki Suriyeli kadar sığınmacı kabul etmedi. Avrupa’nın Suriyeli sığınmacılar konusundaki politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Avrupalı devletlerin diğer bir deyişle AB üyesi devletlerin ortak bir göç politikalarının olmadığını ve normal şartlar altında kısa vadede olamayacağını belirtmem gerek. Zira başta soruda belirttiğiniz Almanya olmak üzere tüm devletlerin farklı demografik dinamikleri hatta bazı devletler açısından ‘demografi krizleri’ mevcuttur. Örneğin Almanya açısından bakıldığında demografik dönüşümünü tamamlamış ve bağımlılık oranı artmış bir devlettir. Doğal yöntemler ile nüfus artışı sağlayamadığı için de göç almaya mecburdur. Ama burada vurgulanması gereken husus ‘seçici göç’ stratejisi izlediği ve bu politikayı da kendi çıkarları açısından doğru uyguladığıdır. Lakin bu durum göçmenlerin sizin gibi benim gibi bir insan olduğu gerçeğini gölgelemekte ve sadece bir istatistiksel veriye dönüştürmektedir durumu.
Türk yetkilileri zaman zaman sınır kapılarını açıp, Suriyelilerin Avrupa’ya geçişine izin vereceğini söylüyor. Bunun hayata geçme ihtimali nedir sizce?
Bilindiği üzere bu durum küresel pandemi sürecinin ilk aylarında yani Mart 2020 gibi kısa bir süre yaşanmış ve sonra sönümlenmiştir. Eğer AB ile Türkiye arasında göç konusunda yeni görüşmeler yapılmaz ve yeni uzlaşılar gerçekleşmezse böyle bir olasılığın yeniden gerçekleşmesini bekleyebiliriz. Bu süreçte sayısı her geçen gün artan Afgan göçlerinin de etkili olacağını unutmamak gerekmektedir.
Avrupalılar, Türkiye’ye sığınmacılar konusunda verdiği sözleri tuttu mu?
Net ve kısa bir cevap vermek gerekirse kesinlikle hayır. Tutmadılar veya tutamadılar. Bir kez daha vurgularsam AB üyesi devletlerin ortak bir göç politikaları yoktur ve normal şartlar altında kısa vadede olmasını beklemek mümkün değildir. Ayrıca “Türkiye ile AB Arasında İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri Kabulüne İlişkin Anlaşma” yani kamuoyunda bilinen ismi ile Geri Kabul Anlaşması uyarınca taraflar arasında önemli haklar ve yükümlülükler yaratılmış olsa da uygulama da başarısız olmuştur.
Son olarak eklemek istediklerinizle söyleşiyi noktalayalım.
İnsanlık tarihi kadar eski bir olgu olan göç bundan sonraki süreçte de tüm dünyanın ve Türkiye’nin gündemin olmaya devam edecektir. Bu gerçeklikten hareket ederek kapsamlı, tutarlı ve uygulanabilir göç politikalarının tespit edilip uygulanması büyük önem taşımaktadır. Zira göçler artık sadece yaşanan bir insanlık dramı olmayıp sosyolojik, psikolojik, iktisadi, demografik ve güvenlik başta olmak üzere pek çok boyutta etkileri bulunan bir yapıya bürünmüştür. Bu sebeple göç olgusunun Birleşmiş Milletler bünyesinde daha geniş ölçekte tartışılması ve üye devletlerin göç politikalarını oluşturulacak üst normlar ile uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. Daha açık bir biçimde belirtirsem, göç olgusu sadece Suriyelilerin, Afganların ya da göç veren diğer devletlerin değil başta Türkiye olmak üzere transit ülkelerin ve hedef devletlerin bütünsel bir sorunudur. Çözüm de ancak bir bütün olarak eşgüdüm içinde hareket edilerek gerçekleşebilir. Göçmenlerin de sayısal bir veri değil insan oldukları unutulmadan konuya yaklaşılmalı ve devletlerin göç politikaları kısa vadede günü kurtarıcı önlemlerle değil, uzun vadeli projeksiyonlarla hazırlanmalıdır. Unutmayalım her insan bir göçmendir ve hayatında en azından bir kez göç etmiştir.