Prof. Dr. Hüsamettin Arslan, ulus devlet paradigmasını terk edeceklerini öne sürerek, parlamenter sistemin Türkiye’nin hiçbir temel sorununu çözemediğini savunuyor. Muhalefetin sorununun, sistemi değiştirecek aktör olduğunu belirten Arslan, “Türkiye’de sistemi değiştirecek tek aktör AK Parti’dir. Sorun da bundan kaynaklanıyor. Muhalefet başkanlık sistemine değil, parlamenter sistemi AK Parti’nin değiştirmesine karşı çıkıyor” diyor.
Uludağ Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hüsamettin Arslan’a göre, MHP tabanının önemli bölümü ‘evet’ diyecek. Evet oylarının yüzde 50’yi rahatlıkla geçeceğini belirten Arslan, “AK Parti, sandıktan öyle bir sonuç çıkarmak istiyor ki, seçimden sonra tartışma olmasın. Bunun için mücadele ediyorlar” dedi.
Pazar Söyleşi’nde bu hafta başkanlık sistemi ve referandumu ele alıyoruz.
Konuğumuz, Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hüsamettin Arslan.
“DEVLET KURUMLARI DIŞINDA BAŞKANLIKLA YÖNETİLİYORUZ”
Öncelikle temel bir sorudan başlamak isterim. Yeni sistemin ismiyle ilgili iktidar ve muhalefet arasında ihtilaf var. İktidar referandumda oylanacak sisteme Cumhurbaşkanlığı, muhalefet ise başkanlık diyor. Hangisi doğru? Veya tanımların bir önemi var mı?
Bence buraya takılmamak gerekir. Çünkü başkanlık dediğinde de, Cumhurbaşkanlığı dediğin zaman da aynı şeyi yapmış oluyorsun. Yapılmak istenen, parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiştir. Bana göre bu, başkanlık sistemidir. Ancak MHP’nin isteğiyle biraz yumuşatılıp, Cumhurbaşkanlığı sistemi denildi. Ben, bir bölümün başkanıyım, şirketler, belediyeler başkanlıkla yönetiliyor. Sizin medya da da herhalde başkanlıkla yönetiliyordur. Dolayısıyla devlet kurumları dışında, Türkiye başkanlık sistemiyle yönetiliyor.
“SORUN BAŞKANLIK DEĞİL SİSTEMİ KİMİN DEĞİŞTİRECEĞİDİR”
Dünyadaki örnekleriyle örtüşmez. Mesela ABD başkanlık sistemini tüm kurumlarıyla Türkiye’ye getirin işlemez. Demokrasinin beşiği denilen İngiltere’de demokrasinin tüm kurumlarını Türkiye’ye getirin işlemez. Çünkü Türkiye, coğrafi konumu, halkının yapısı, komşuları, tarihsel kimliğiyle farklı bir yerde duruyor. Ama başkanlığa karşı çıkanlar da haklı olarak, uluslararası politik normlara uygun bir sistem olsun diyorlar. Getirilmek istenen sistemin, ideal koşullara uygun olduğunu söyleyemeyiz. Ancak biz parlamenter sistemi Batı’dan aldık ve bir türlü işlemedi. Bu çok net. Çünkü Türkiye, temel sorunlarının hiçbirini parlamenter sistemle çözememiş. Birisi, çözmüş diyorsa, gelsin. Benim öğrencilik yıllarım sağ-sol kavgasıyla, maden patlamalarıyla geçti. Gölcük depreminde, devlet deprem bölgesine gidemedi. Parlamenter sistemde oldu tüm bunlar. Bizdeki parlamenter sistem, ordunun vesayetinde yaşadı ve biz aslında buna alıştık. Sorun burdan kaynaklanmıyor ama. Tamam sistem değişsin ama sistemi kim değiştirmeli? Sorun burada. Muhalefet diyor ki, sistem değişebilir. Kılıçdaroğlu da ‘tartışalım’ diyor. Ama sorun sistemi değiştirecek politik aktörün kim olacağıdır. Türkiye’de sistemi değiştirecek tek aktör de AK Parti’dir. Dolayısıyla bu muhalefetin elini kolunu bağlıyor. Ve ‘AK Parti’nin yapacağı değişiklik bize uygun olmayacaktır’ diyorlar. Bu yüzden yeni sisteme muhalefet ediyorlar.
Hayırcıların, yeni sistemle ilgili kaygılarını nasıl okumalıyız. Yargı, yürütme ve yasamanın tek kişiye bağlanacağı yönündeki kaygıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hayırcıların haklı olduğu noktalar olabilir, endişeler olabilir. Ama geçmişten bu yana Türkiye, tek adam rejimleriyle bugüne evrilmiş bir ülke. Mustafa Kemal, İsmet Paşa… Demirel’in başına gelenleri düşünün. Demirel’e, askerler ‘Sen baraj yap, sakın devleti yönetmeye kalkma” dediler. Dolayısıyla, vesayetçi parlamenter sistem çok iyi işlemiş olsaydı, kaygıları anlarım. Ama öyle olmadı. Parlamenter sistem 1948’den bu yana var ama Türkiye ne tek parti yönetiminde ne de parlamenter sistem zamanında Kürt sorununu çözmek bir yana, bu sorunun yanına yaklaşmamış.
AK Parti döneminde çözüm sürecinde yol alınmamış mıydı?
Ama bakın, hâlâ uğraşıyoruz bu sorunla ve diğerleriyle. Atatürk dönemi de dahil, Cumhuriyet hükümetleri derin eğitim sorununu çözememiş. Askeri darbelerden, parlamenter sistemin işlemediğini görüyoruz. Belki de işlemediği için de askeri darbeler yapıldı.
“ULUS DEVLET PARADİGMASINI TERK EDİYORUZ”
Türkiye’de parlamenter sistemin miladını 1948 olarak mı görüyorsunuz?
Tabii. Mustafa Kemal dönemi tek adam rejimidir. Bu tartışmasız. Biliyorsunuz bununla ilgili Şevket Süreyya’nın ‘tek adam’ isimli kitabı var. Ama bunu suçlamak için söylemiyorum. O dönem tek adam dışında başka bir alternatifiniz yoktu. Mustafa Kemal, tek adam olayım diye yapmadı bunu. O da demokrasiye geçmek istiyordu ama koşullar ne Atatürk’e ne de İsmet İnönü’ye izin verdi. Sonra Batı blokunda yer alacağımız için koşullar tek adam rejimine de izin vermeyince parlamenter sisteme geçtik. Şimdi, iktidar partisi sistem değişiyor diyor, muhalefet rejim değişiyor diyor. Daha geniş perspektiften bakarsak Türkiye, ulus devlet sistemi paradigmasını terk ediyor. Neye geçiyoruz? İmparatorluk vizyonuna geçiliyor. Ulus devlet vizyonu neydi? Yurtta barış, dünyada barış… Edirne ve Kars arasına sıkışan ve gerisi umrumuzda olmayan bir vizyon. Ama şimdi Türk ordusu El Bab’da.
Ama Atatürk’ün muasır medeniyet vizyonu var?
Var ama ulus devlet, muasır medeniyete bile engel
Atatürk muasır medeniyet için Batı’yı işaret etmiş?
Öyle ama sen, ‘kendi sınırlarımda, kendi halkımla, kendi kimliğimle kalacağım’ diyorsun. Ayrıca Cumhuriyet’i doğuran sözleşmelerden Lozan’ı, o günlerde zor durumda olduğumuz için kurtarıcı bir anlaşma olarak görüyoruz ama bugünkü koşullara baktığımız zaman Lozan, bizi Edirne ile Kars arasına hapsetmiş. Ancak oraya mahkûm kalamazsınız. Kürt sorununun yarısı Türkiye’de, yarısı Irak’ta, yarısı Suriye’de. Bugün, ‘ben Kürt sorunuyla ilgilenmiyorum’ diyebilir misiniz? Sonra AB’ye girmek istiyorsunuz…
Bu tanımın, ne Osmanlı’ya, ne padişahlığa, ne Hilafet’e ne de Osmanlı kuruluşlarına dönüşle ilgisi var. Zaten böyle bir şey mümkün değil. Olup biten şu: Mustafa Kemal, Cumhuriyet’i Osmanlı’dan miras aldığı bir toprak üzerinde kurdu ve rejim başta olmak üzere bir sürü şeyi değiştirdi. Ama toprağı ve nüfusu değiştiremedi. Yeni bir rejime geçtik ama komşularımız, düşmanlarımız, dostlarımız, nüfusumuz, toprağımız aynı. Dolayısıyla Osmanlı’dan kalan bu toprak sorunlu bir toprak ve farklılıklara dayanan bir halk var bu toprağın üzerinde. Kürtler, Çerkezler var. Bir de Türkiye, Mustafa Kemal zamanında değil artık. Mustafa Kemal tüm çabasını 3 beyaz üretmek üzerine kurdu. Ben 1956 doğumluyum, çocukluğumda bitli iç çamaşrı giydiğimi hatırlıyorum. Dolayısıyla o günün şartlarında değiliz artık. Türkiye ilk defa Kürt meselesinde, Edirne ile Kars arası dışındaki bir çözümü deniyor. Bakın El Bab’dayız. Muhalefet Suriye’de ne işimiz var diyordu, şimdi hiç kimse bunu diyemez. Düşünün, Barzani Kürdistanı’yla kurduğumuz ilişki sayesinde, petrolü İskenderun’dan akıttığımız için milyonlarca dolar kazanıyoruz.
“TERÖR ÖRGÜTLERİNİN HAYIR DEMESİ EVETÇİLER İÇİN AVANTAJ”
Bu seçimde siyasi partiler oylanmayacak. Seçmen ya evet diyecek ya da hayır. Seçmen refleksini etkileyecek parametreler neler olacak?
İktidarın en büyük argümanı, PKK, HDP ve CHP’nin hayır kategorisinde yer almasıdır. Bu iktidar için büyük bir avantaj, muhalefet için dezavantajdır.
Bu söylem karşılılık bulur mu?
Karşılık bulur, özellikle muhafazakâr kesimde. CHP’nin İzmirli ve Trakyalı tabanı Kürt sorununa çok hassastır.
Yani PKK ve HDP’nin hayır cephesinde olması, CHP’nin İzmir ve Trakya’daki tabanını ‘evet’e yönelteceğini mi ima ediyorsunuz?
Bilmiyoruz. Bu, evetçi ve hayırcıların seçmeni ne kadar etkileyeceğine bağlı.
“EKONOMİK DURUM SEÇMENİ ETKİLEMEZ”
Ekonomik koşullar, seçmen tercihinde ne kadar etkili olacak?
Ekonomi iyi değil ama hatırlayın, Ecevit zamanında anayasa kitapçığı fırlatılmasından dolayı Türkiye ekonomisi çökmüştü. Ayrıca uzun zamandır hem sınırlarımızda, hem sınırlarımız dışında askeri operasyonlar yapıyoruz ve bunun çok ciddi bir maliyeti var. Ama tüm bunların bile, Ecevit’in attığı kitap kadar ekonomiye olumsuz etkisi olmadı. Çok büyük bir kriz olursa, evet diyen adam bulamayabilirsiniz. Ekonomik sıkıntı büyük ama bir kriz ve bunalım boyutunda değil. Muhafazakâr seçmen bundan etkilenmez.
Geçmiş seçimlerde, gerilim ve kutuplaşmanın iktidar partisinin tabanını sıklaştırdığını gördük. Referandumda da aynı koşullar geçerli olursa, yani toplum cepheleşirse, bu, hangi tarafın işine yarar?
Gerilim güçlü olan partinin işine yarar. CHP güçlü olsaydı CHP’nin işine yarardı. Ortadoğu’daki çatışmadan güçlüler kazanıyor. Dolayısıyla CHP, AK Parti’ye saldırarak yürüttüğü politikadan vazgeçti. Kılıçdaroğlu, Anayasa Mahkemesi’ne gitmeyerek müthiş bir iş yaptı. İlk kez paradigmalarını değiştirdiler. Çünkü Meclis’ten geçen bir kararı mahkemeye götürmek, halkı mahkemeye vermek demekti. Dolayısıyla CHP, artık halkı mahkemeye vermekten vazgeçti ve bu müthiş bir gelişme. Bugüne kadar hep çatışma içinde olan Türk solu da realiteyi gördü. Nüfusunun yüzde 70’i muhafazakâr bir ülkede muhafazakâr bir partiye savaş ilan edersen, bu savaştan muhafazakâr parti galip çıkar.
İktidar partisi de, tansiyonu düşürecek adımlar atıyor. Bunu nasıl okumalıyız?
Onlar da farklı bir açıdan bakıyorlar. Çünkü ‘Türkiye’yi biz yönetiyoruz eğer bir sorun çıkarsa bu bize eksi yazar’ diyorlar.
Kontrollü bir gerginlik kimin işine yarar?
Evetçilerin de hayırcıların da işine yarar. Ama fazla gerilim olursa, bu kimsenin işine yaramaz.
“MHP TABANI BÜYÜK ORANDA EVET DER”
Genel merkezinin tutumuna rağmen, MHP seçmeninin referandumdaki tercihinin ne olacağını öngörüyorsunuz? MHP tabanının, Genel Merkez’i dinlemeyeceğine yönelik algı var. Bu algı ne kadar doğru?
Bu kısmen doğru.15 Temmuz olmasaydı, Bahçeli çok zor durumda kalır, MHP parçalanabilirdi. Bu ve diğer faktörler nedeniyle AK Parti ile ittifaka girdiler. MHP, kuruluşundan bu yana bir lider partisidir ve merkezi yönetim etkilidir. Bu nedenle MHP tabanı, MHP muhaliflerine itibar etmeyecektir. Zaten muhalifler günah keçisine döndü. Meral Akşener, başarılı olabilseydi, MHP’den hayır çıkabilirdi. Ama Akşener fiyasko oldu. İnsanlar batan gemiye atlamak istemezler. Şu anda Bahçeli çok güçlü. Bahçeli, Türkiye’de muhafazakâr seçmenin bile teveccühünü kazandı. MHP’den hayır çıkacaktır ama muhalefetin beklediği oranda değil.
“MHP MUHALİFLERİ PERİNÇEK ÇİZGİSİNDE”
MHP’nin Batı seçmeni ve İç Anadolu seçmeninin aynı yapıda olduğunu düşünmüyorsunuz?
MHP’nin, daha modern ve daha eğitimli Türkçü kesimi var. Ve bu kesim Doğu Perinçek’e sempati duyuyor olabilir. Çünkü MHP’nin tabanındaki genç kesim CHP’ye değil Doğu Perinçek’in partisinin çizgisine kayıyor.
Yani MHP’nin muhalifleriyle Perinçek ittifak mı yapıyor?
İttifak denemez ama doğal bir gelişme var. MHP’nin daha modern genç kesimi Perinçek çizgisinde. Bu kesim, hem milliyetçi hem Kemalist. ‘Hayır’ oyları, bu kesimden gelebilir ama asıl MHP seçmeninden, hayır oyu gelmez.
Anket şirketleri evet veya hayır oyları birbirine yakın olduğunu söylüyor. Siyasi partiler sahaya indiğinde, bu durumun ne kadar değiştiğini göreceğiz.
Bu seçim, başkanlık seçiminin provası olabilir. Sol bir yerde, sağ bir yerde toplanacak. Bu noktada CHP’nin politikasını anlamakta zorluk çekiyorum. Aslında başkanlık sistemi Türkiye solunu birleştirebilir. CHP, ulus devletten imparatorluk vizyonuna geçilmesini düşünüp, partinin duruşunda bir değişikliğe gitmeli. Bu değişimin işaretlerini görüyoruz ama Kılıçdaroğlu reform yaptığı zaman eteklerinden çekiliyor. ABD’deki başkanlık seçiminde oy oranları fifti-fifti ama Türkiye öyle değil. Bu realiteyi görmesi lazım muhalefetin. Türkiye’nin yüzde 70’i muhafazakârdır ve pozisyonunu buna göre alacaksın.
“SANDIKTAN EVET ÇOK RAHAT ÇIKAR”
Son olarak referandumdaki öngörünüzü alarak, söyleşiye noktayı koyalım.
Anket şirketleri, geçen seçimde büyük bir yanlıgıya düştüler ve bir kısmı özür dilemek zorunda kaldı. Türkiye’nin hayırcılarının, fi tarihinden bu yana hiçbir tahmini tutmadı. Çünkü yüzde 70’lik muhafazakâr oy oranını anlamıyorlar. AK Parti’nin yüzde 51 gibi bir sorunu yok. Ancak öyle bir sonuç çıkarmak istiyorlar ki, referandum sonrası tartışma olmasın. AK Partililer, bunun için mücadele ediyorlar. Bir de Tayyip Erdoğan faktörü var. El Bab’da başarılı oldu Erdoğan. Rakka operasyonunda ABD ile ittifaka girilirse, bu durum, ABD’nin Erdoğan yönetimine desteği anlamına gelir. Tüm bu faktörlerden dolayı, mevcut koşullarda evet oyları rahatlıkla yüzde 51’i geçer. Türkiye’nin periferisinde karşılaştığı sorunlar ve kendi iç sorunları parlamenter sistem çözemez. Benim hayatım parlamenter sistemin doğurduğu acıları çekmekle geçti. Parlamenter sistem bizim gençliğimizi aldı. Ancak daha ideal bir başkanlık sisteminin kurulmasını isterdim. Hayırcılar bile evetin çıkacağına inanıyor. Sistem değişecek. CHP, bu durumda oyunun dışında kalıyor. Senin karşında 8 kez yenildiğin bir parti var.
FOTOĞRAFLAR: AYKUT GÜNGÖR