Geçen günlerde sevdiğim bir siyasetçi, “Vay efendim neden AKP değil de AK Parti yazıyorum” diye sitem ediyor.
Gerek kişilere, gerekse de siyasi partilere, kendilerini tanımladıkları şekilde hitap edilmesinden yanayım.
Ayrıca iktidara karşı muhalif bir duruş sergilemenin, onların isimlerini farklı şekilde telaffuz etmekten çok öte bir iş olduğunu düşünürüm.
Yani sırça köşkünden konforlu bir şekilde siyaset yaptıktan sonra istediğin kadar AKP desen ne yazar.
Bu biraz şunlara benziyor:
Kadına şiddete karşısın ama evde eşini dövüyorsun.
Sömürüye karşı beylik laflar ediyorsun ama iş yerinde işçini sömürüyorsun.
Lafa gelince senden milliyetçisi yok ama giydiğin gömlekten bindiğin arabana kadar yabancı marka mallar kullanıyorsun.
Alnın secdeden kalkmıyor ama kul hakkı yiyorsun.
AK Parti iktidarında bir elin yağda, bir elin balda yaşıyorsun ama AKP demeyi solculuk zannediyorsun.
***
2 Temmuz Sivas katliamı, tarihimizin kara lekelerinden biri.
3 gün sonra 5 Temmuz Başbağlar katliamı, hatırlamak bile istemediğimiz tarihimizin utanç sayfalarından ötekisi.
Sivas’ta aydınlar, Başbağlar’da köylüler katledildi.
İki katliamda da masum canlar yok edildi karanlık eller tarafından.
2 Temmuz’u lanetleyip, 5 Temmuz’u anmıyorsak, 5 Temmuz’larda yüreğimiz yanıyor, 2 Temmuz’larda kahrolmuyorsak, işte o zaman insanlığımızı sorgulamalıyız.
***
Vahşetin kol gezdiği Madımak Oteli’nden sağ kurtulanlardan Arif Sağ, yıllar sonra anısını paylaştı.
“Otelden güç bela, kendimizi dışarı atıp yan binaya sığındık. Daha sonra Büyük Birlik Partisi İl Başkanlığı olduğunu öğrendiğimiz binada, partililerin saldırısına uğradık. Tam o anda beni tanıyan BBP İl Başkan Yardımcısı, ‘durun‘ dedi ve şu anısını anlattı: Yıllar önce Erzincan’dan dönerken,kışları çok sert geçen Kızıldağ mevkiinde arabam bozulmuştu. Donmak üzereyken, siz beni arabanıza alıp Sivas’a getirdiniz. Siz olmasaydınız orada ölecektim. Yıllar önce, siz benim hayatımı kurtardınız, bugün de ben sizin hayatınızı kurtarıyorum.”
Kıssadan hisse:
İyilik et denize at, balık bilmezse Halik bilir.
***
Suriyeliler gelmeden önce sokaklarımız tertemizdi, hatta ayakkabılarımızla evimizin salonuna bile giriyorduk, o derece.
Onlar geldikten sonra sokaklar kirlendi, çöp yığınları oluştu.
Suriyeliler gelmeden önce yere tükürmek ve sigara izmaritini yere atmak gibi huylarımız yoktu, onlar başlattı.
Suriyeliler gelmeden önce derelerimiz temiz akardı, denizlerimiz masmaviydi, girmeye kıyamazdık.
Suriyeliler gelmeden önce altın bayraklı sahillerimiz parmakla gösterilirdi.
Ne görüntü, ne gürültü kirliliği vardı.
İlk kez onlardan gördük beyaz donla denize girmeyi, deniz kenarlarında mangal yapmayı, sahile çadır kurmayı.
Suriyeliler gelmeden önce toplu taşıma kurallarını hiç çiğnemiyorduk zaten.
Mesela metroda önceliğin inenlerde olduğunu çok iyi biliyorduk da ah şu Suriyeliler oraları da karıştırdılar.
Suriyeliler gelmeden önce taciz yoktu, kadın cinayeti işlenmiyor, kavga edilmiyor, insanlar birbirleriyle yüksek sesle bile konuşmuyorlardı.
Suriyeliler gelmeden önce ekonomik krizi hiç yaşamadık.
Enflasyonu onlar azdırdı, dövizi onlar yükseltti, işsizlik onlar yüzünden arttı, cari açığın tek sorumlusu onlardır.
Hatta ekonomiyi vuran faiz bile onların yüzünden yükseldi.
Arkadaş ne Suriyeli meselesiymiş, onları göndersek sanki her şey düzelecek.
***
Şiş bonfile 250 lira, karides 150 lira, döner 165 lira, ayran ve lahmacun 102 liradan satılıyor.
Nerede?
Ege ve Akdeniz sahil mekanlarında.
Ondan sonra turizm neden gelişmiyor?
***
Dolar geçen yıl bu zamanlarda 7 liraya dayanmıştı.
Bugünlerde 5,60’larda sinekliyor.
Geçen yıldan bu yana elektrikten, doğalgaza, benzinden, motorine, ekmekten, soğana, kısacası eldivenden merdivene her şeye zam geldi.
Döviz düştüğüne göre fiyatların neden düşmediğini, düşmesini geçtim neden yerinde durmadığını birileri izah etmeli.