Ne acı ki, güne şehit haberleriyle başlıyor, günü bombalı bir saldırıyla deviriyoruz.
Yüzlerini bile görmediklerimiz, ailesinin ve yakınlarının tarif edilemez acılarını anlayamayacağımız, geride bıraktıklarının nasıl bir azapla kıvrandıklarını idrak edemeyeceğimiz, onlarca asker, sivil, polis ve korucunun hayatını kaybedişini, sadece izliyor, okuyor ve duyuyoruz.
Geçmiş yıllarda sadece ülkenin doğusu çatışma alanıyken, artık her bölge, her kent tehdit altında.
Kah Gümüşhane‘de hain pusu kendisini gösteriyor, kah Mardin‘de kahpece yapılan saldırılar can alıyor.
Kah Ankara‘da canlı bomba onlarca yurttaşımızı katlediyor, kah Diyarbakır‘da bomba yüklü araç polisimize ölüm kusuyor.
Geçmişte terörün seçici hedefi vardı.
Bugün hedef yok, kaybedecek hiçbir şeyleri olmayan katiller sürüsü, hedef gözetmeksizin her an her yerde katliam yapmayı göze almış durumda.
Terör sarmalının dört bir yanı kuşattığı bu kaotik ortamda yaşıyorsak, şükredecek günlerden geçiyoruz.
Suruç‘la başlayan kabus, Bursa, Adana, Mersin, İstanbul, Gaziantep ve diğer kentlere yayıldı.
Acı ama ülkenin yangın yerine döndüğü de gerçek.
Evet, dünyada başarılı olmuş bir terör örgütü yok ve bölücüler de mutlaka boyun eğecek.
Ancak daha kaç kez ‘vatan sağolsun’ diyerek evlatlarını toprağa gömecek analar, kaç kadın evinin direğini, gözünün nurunu gözyaşlarıyla uğurlayacak sonsuzluğa, daha kaç yetim çocuk, asker selamıyla babasının tabutunu selamlayacak?
Kaç?
Dost kazığı
Tamam, ‘PKK dış mihrakların ülkemize sardığı bir baş belasıdır‘ klişesi sorunu tam olarak tanımlamıyor.
Evet maalesef, bu vahşi örgüte destek veren siviller de var.
Kuşkusuz, hiçbir terör örgütü sadece dış güçlerin desteğiyle ayakta duramaz, dursa da 30 yıl varlığını sürdüremez.
Hiç şüphesiz, bu sorunun uluslararası boyutu olduğu kadar, sosyolojik, ekonomik ve kültürel boyutları da var.
Ama şunları da yok mu sayacağız:
Adamlar, Avrupa başkentlerinden çadır kuruyor, propaganda yapıyor.
Herifler, Avrupa kentlerinde büro açıyor, bağış topluyor.
Alçaklar, Ortadoğu kamplarında eğitim alıyor, askerimizi şehit ediyor.
Kalleşler, süper güçlerden füze temin ediyor, helikopterimizi düşürüyor.
Hasılı , ciğeri beş para etmez hainler, müttefik diye bildiklerimizden, dost diye saydıklarımızdan, komşu diye bağrımıza bastıklarımızdan destek alıp, bizi vuruyor.
Depremle uyanmak!
Terörle yaşamaya alışmayacağız ancak depremle yaşamaya alışmalıyız.
İşte 2 gün önce bir yer sarsıntısıyla uyandık ve o birkaç saniye bile 17 Ağustos’u hatırlatmaya yetti.
Önceki günün önemli gündemlerinden biriydi deprem.
Sadece 4,6 büyüklüğündeki deprem, onca yakıcı gündemdeki yerini aldı ve uzmanlar ardı ardına açıklamalar yaptı.
Oysa, ne 4,6’lık bir depremin gündemde kalması gerekir ne de uzmanların halkı ve yetkilileri 7 büyüklüğündeki olası bir Bursa depremi için uyarması gerekir.
Ancak, depremin meydana geldiği yer Bursa ise, ufak bir sarsıntı bile önemli haber olabiliyor.
Olabiliyor, çünkü yapı stokumuz büyük bir depreme hazırlıklı değil.
Oysa 17 Ağustos’un üzerinden 17 yıl geçmesine rağmen, yapı stoğumuzu yenileyebilir ve depremi, gündemimizden çıkarabilirdik.
17 Ağustos ibret olmadı, bari 4,6 ders olsun diyeceğim ama fazla iyimser bir temenni.