Programının ilk ayağı basın buluşmasına ayrılmıştı.
Basın toplantısına davet edildiğimde, katılım için tereddüt etmedim.
Uzun zamandır takip ettiğim bir siyasetçiye yönelteceğim sorularım vardı çünkü.
Ancak son zamanların en berbat organizasyonuyla karşılaştığımız için soru sormak mümkün olmadı.
Babacan, ısrarla soru sormamı engelleyince 20 dakika sonra terk ettim toplantıyı.
***
“Basın toplantısı bile organize edemeyen, davet ettiği gazetecilere soru sordurtmayan bir siyasetçi, Türkiye’yi nasıl idare edecek?” demekten kendimi alamasam da, bozuk organizasyonu, acemiliğe verip, bu bahsi kapatayım.
***
2 sorum olacaktı Babacan’a.
Birincisi şuydu:
“Hükümete yönelik çok ciddi eleştirileriniz var. Demokrasi, hukuk ve adalet alanlarında tartışmaların yaşandığı bir ülkede, ekonominin asla düzelmeyeceğini savunuyorsunuz ki, bu söylediklerinize hiçbir itirazımız yok. Ancak demokrasi, hukuk ve adalet konularındaki tartışmalar yeni değil. AK Parti hükümetlerinde 11 yıl bakanlık gibi üst düzey bir görevde bulundunuz. Ülkenin bu noktaya gelmesinde, sizin de sorumluluğunuz yok mu?”
***
İkinci sorum da şu olacaktı:
“Anketlerde partinizin oy oranı nedir? Özellikle Kürt kökenli seçmenlerin yoğun yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu kentlerinde, partinize yönelik ciddi bir ilginin olduğunu duyuyoruz. Anketlerde bu durum ortaya çıkıyor mu?”
***
Babacan, toplantının başında, bakan olduğu yıllarda, hükümete sık sık eleştiriler yaptığını belirterek, “Orta gelir tuzağına düşmememiz gerektiğini, demokratikleşme, hukukun üstünlüğü ve adaletin işlememesinin ekonomiye olumsuz yansıyacağını söylemiştim. Benim yerimde hangi bakan olsaydı, kapının önüne koyarlardı” dedi.
Yani Babacan, “ben hükümetin içindeyken de aynı şeyleri savunuyordum ancak dinleyen yoktu” şeklinde bir savunma yaptı.
Ben bunu çok inandırıcı bulmuyorum.
Babacan, uzun yıllar ekonomiden sorumlu bakanlık yaptı.
Yani bulunduğu makam şikayet değil, icraat makamı idi.
Ekonomi bakanı eleştirmez, şikayet etmez, icraat yapar.
Babacan bugün savunduğu fikirlerini, ekonomi bakanı olduğu dönemde neden hayata geçiremedi acaba?
Ayrıca diyelim ki, söylediği gibi bakan olduğu dönemde genel başkanıyla çatıştı.
Lider ile olan gerginlik ve çatışma AK Parti gibi bir siyasi partide 11 yıl sürer mi hiç?
Bakın mesela AK Parti kurucularından Ertuğrul Yalçınbayır da lideriyle ters düşmüştü ve çok değil 2 yıl sonra tasfiye edilmişti.
Babacan, lideriyle çatışmasına rağmen nasıl oldu da 11 yıl bakanlık koltuğunda oturabildi?
***
Babacan’ın Doğu ve Güneydoğu kentlerinde ciddi bir potansiyeli olduğunu duyduğumu üst satırlarda belirttim.
Bunda demokratik açılımın savunucularından 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ve DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Ekmen’e (AK Parti Batman eski Milletvekili) olan ilginin payı da var.
MHP ile olan ittifak ve katı milliyetçi politikalar AK Parti ile muhafazakar Kürtler arasında mesafelere yol açtı.
HDP’ye oy vermeyen muhafazakar Kürtler arayış içinde.
İşte o arayışlarda Ali Babacan’ın partisi öne çıkıyor.
***
Her şeye rağmen Babacan, siyasetin irtifa kaybettiği bu dönemde, toplumda güven veren bir lider olarak öne çıkıyor.
Uluslararası çevrelerde de itibar edilen bir siyasetçi olan Babacan’ın partisi, nicelik bakımından olmasa da nitelik olarak iktidarın en önemli alternatiflerinden biri.
Basın toplantısında skandala ramak kaldı
Arkamdaki koltukta oturan DEVA Partisi il kurucularından Canan Cihan’ın yanına gelen bir partili, Cihan’ı dışarı çıkarmak istedi.
Muhtemelen parti yöneticisi olan kişi Cihan’a, salonda parti yöneticilerinin ve basın mensuplarının olduğunu hatırlatarak, hiçbir sıfatı olmadığı için kendisini dışarıya davet etti.
Ancak Cihan, kesin bir dille dışarı çıkmayacağını, parti yöneticisi olarak değil, bir medya mensubu olarak salonda yer aldığını söyledi.
Parti yöneticisi ısrarını sürdürünce Cihan, “Kesinlikle çıkmayacağım. Beni zorla çıkarmaya kalkarsanız, gazetecilerin önünde konuşurum” karşılığını verdi.
Bunun üzerine Cihan’ı dışarıya çıkarmak isteyen kişi daha fazla ısrar etmeden, oradan uzaklaştı.
Otopark sahibi kendisini savundu
Dün, Gürsel Sezer isimli vatandaşın 2015 yılında çalınan ve 6 yıl sonra bulunan motosikletinin hikayesini yazmıştım.
Çürümeye yüz tutmuş yüzlerce, binlerce araç var.
Çalıntı motosiklet hadisesi ise tam bizlik.
Vatandaşın motosikleti çalınıyor, ertesi gün bulunuyor ve 6 yıl sonra haber veriliyor.
Yazı üzerine dün yediemin otoparkının sahibi Cihan Yıldız aradı.
“Gazeteci bey, çok zor durumda kaldım, zan altındayım. Sabah Emniyet’ten çağırdılar, kendimi anlatmam lazım” dedi.
Cihan Yıldız, 3 ay önce otoparktaki araçların envanterini çıkarıyor.
Söz konusu motosikletin şase numarasını da bu işlem sırasında polise bildiriyor.
“Peki neden 6 yıl beklediniz?” diye sordum.
“Bu iş benim işim değil. Çalıntı motosikleti otoparkımıza getiren polis memurunun haber vermesi gerekirdi” dedi.
Zaten Emniyet de o polis memurunun kim olduğunu araştırıyormuş.
27 bin liralık otopark ücreti meselesine gelince…
Cihan Yıldız, motosiklet sahibine günlük tarife hakkında bilgi verdiğini söyledi.
Günlüğü 100 liraymış otopark ücretinin.
Motosiklet 2 bin 700 gün otoparkta kaldığına göre eder 27 bin.
Ancak Yıldız, “Ben sadece tarife hakkında bilgi verdim. Mağdur çift, ücreti duyunca tepki gösterdi. Görüşmeye açık olsalardı uzlaşırdık” dedi.
Kendimi motosiklet sahibinin yerine koyuyorum.
4 bin liraya aldığım bir motosikletin otopark ücretinin 27 bin lira olduğunu duysam, o anda görüşmeyi kesip, hakkımı yasal yollardan arardım.
Zaten mağdur çift de böyle yapmış.
Ancak bu işin sorumlusu ne otopark görevlisi ne de motosiklet sahibi.
Buram buram ihmal kokan vakanın sorumlusu, motosiklet sahiplerine 6 yıl boyunca haber vermeyen kişilerin.
Tüm hadise de buradan çıkıyor zaten.