Küresel ısınmaya bağlı kuraklık vahim bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Erkan Yaslıoğlu, “Su zengini bir ülke olduğumuz söyleniyor ama nüfus bu artışla devam eder ve kuraklık sürerse 2030, 2040’lara geldiğimizde kişi başına su miktarı yıllık 700 metreküpe düşebilir ki bugün 1300 metreküptür. Bir dönem 1700 metreküplerdeydi” diyerek yaklaşan tehlikeyi gözler önüne seriyor.
Yaslıoğlu, kuraklığın devam etmesi halinde, ürün hasadının düşeceğini ve bu durumun da fiyatlara olumsuz yansıyacağını kaydetti. Son yıllarda Türkiye’de tarım topraklarının hızla küçüldüğünü de anlatan Yaslıoğlu, “Türkiye’de en yüksek ekilebilir arazi miktarına 1989 yılında 28,5 milyon hektar ile ulaşılmış. O yıl kişi başına düşen arazi 0,63 hektar olurken 2019’da toplam 23,5 milyon hektarda kişi başına düşen arazi oranı 0,28 hektara düştü” diye konuştu.
—————————————
Pazartesi Söyleşileri’nin bu haftaki konuğu Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Erkan Yaslıoğlu, kuraklık, susuzluk ve tarım topraklarıyla ilgili önemli açıklamalar yaptı.
Kuraklık bir doğa olayı. İnsanoğlu varolduğundan beri kuraklık oluyor. 1928, 1973 1989,1990, 1993, 1999, 2000 ve 2008’de kuraklık yaşandı. Aslında 2019 yılı da 2020’ye göre daha kurak geçti. Evet kuraklık bir doğa olayı ama son yıllarda daha sık yaşamaya başladık. Kuraklığı doğrudan küresel iklim değişikliğine bağlamak doğru değil ama küresel iklim değişikliğinin kuraklık üzerinde hiçbir etkisi yok demek de doğru bir yaklaşım değil. Dünyadaki tüm ülkeler sanayileşmeyle birlikte sera gazları küresel karbondioksit konsantrasyonlarını arttırdılar. Dolayısıyla iklimde bir değişiklik söz konusu. Bundan da su kaynakları olumsuz etkilendi. Dünyada tatlı su kaynakları toplam su varlığının yüzde 2,5’ini oluşturuyor. Bu 2,5’in de yüzde 87’lik kısmı kullanılamıyor. Dolayısıyla elimizdeki kaynak sınırlı. Bu yüzyıla başladığımızda dünya nüfusu 2 kat arttı ama su tüketimi de 6 kat arttı. Kıt olan su kaynaklarını daha tasarruflu kullanmanın yollarını aramalıyız. Su zengini bir ülke olduğumuz söyleniyor ama nüfus bu artışla devam eder ve kuraklık sürerse 2030, 2040’lara geldiğimizde kişi başına su miktarı yıllık 700 metreküpe düşebilir ki bugün 1300 metreküptür. Bir dönem 1700 metreküplerdeydi. Yani su fakiri bir ülke olabiliriz. En fazla yağış alan Karadeniz kıyıları, İstanbul, Kocaeli, Giresun, Trabzon, Rize gibi kentlerde bile daha az su olacak.
Kuraklık tehdidi diğer ülkelerde hangi boyutta? Diğer ülkeler Türkiye ile kıyaslandığında nasıl bir tablodan söz edebiliriz?
Diğer ülkelerde de durum benzer. 2018, 2019’da Brezilya, Bolivya, Güney Amerika’da büyük kuraklık yaşandı. Hatta Paraguay Nehri’nin su seviyesi son 50 yılın en düşük seviyesine indi. Yine Orta Avrupa’da 2018, 2019’da son 3 yılın en düşük yaz sıcakları kaydedildi. 2020’nin en sıcak yıllardan biri olması, iklim değişikliğinin bir işareti. Paris Anlaşması’nı imzalayan ülkeler sera gazı emisyonunu azaltmayı taahhüt etti. Bunları yapmak zorundayız. BM Genel Sekreteri Andonio Gutarres “Doğayla barışmak, 21. yüzyılın en belirleyici görevidir ve her yerde herkes için en önemli öncelik olmalıdır” diyor. Evet sanayi de olmalı, diğer alanlarda da insanlık gelişmeli, teknoloji ilerlemeli ama bunları doğayla barışık bir şekilde yapmalıyız.
“KAYIP VE KAÇAĞIN ÖNÜNE GEÇİLMELİ”
BUSKİ Genel Müdürü Güngör Gülenç, son yağışlarla barajların birinde 80, diğerinde 33 cm artış olduğunu açıkladı. Hiç yağış düşmezse 107 günlük su var barajlarda. Ama bu içme suyu miktarı. Tarımsal sulamayla ilgili su miktarı verisi yok. Tasarruf yapmamız lazım. BUSKİ’nin iletim hatlarını iyileştirmek için yatırımları oldu. Ama Osmangazi, Nilüfer ve Yıldırım’da kayıp-kaçak oranı yüzde 20,28. Bu, yüksek bir oran. Önümüzde böyle bir tablo varken kayıp kaçağın önüne geçmemiz gerekir. BUSKİ’nin, önceliğini buna vermesi gerekir.
“KURAKLIK MEYVE VE SEBZE FİYATLARINA YANSIYABİLİR”
İnegöl’de yaklaşık 100 bin dekar alanda üretimi yapılan buğday, daha yetişmeden yüzde 30 fire verdi. Bu yıl, kuraklığın tarım ürünlerine yansıması nasıl olacak?
Buğday kuru tarım ürünü olduğu için, tohumu toprakla buluşturduğunuzda, toprakta yeterli nemin olması gerekir. Bu dönemde yaşanan kuraklık, çimlenmede gecikmeye neden olduğu için verimi olumsuz etkiliyor. Ziraat Mühendisleri Odası’nın 2008’deki kuraklıkla ilgili raporunda dekar başına 200 kilogram buğday alındığını ortaya koydu. 2018’de dekar başına buğday üretimi 273 kiloydu. Dolayısıyla bu yılki kuraklık verime yansıyacak ve bu da ürün fiyatlarını yükseltecek. Ayrıca yeterli yağışı alamazsak yaz döneminde tarımsal sulamayla ilgili de sıkıntı yaşamamız muhtemel. Bu da fiyatlara yansıyacak bir faktör. Türkiye’de üreticiden çıkan fiyatla tüketiciye yansıyan fiyat arasında çok fark var. Yani üretici de kazanmıyor, tüketici de.
Derin su kuyularının ovaya etkisi nasıl ? Obrukların oluştuğunu söyleyebilir miyiz?
Bursa’da ilk kez siz bunun haberini yapmıştınız. Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Engin Er, Barakfaki’de 10 metre büyüklüğünde obrukların oluştuğunu söylemişti. Su kuyuları birtakım zemin sorunlarının ortaya çıkmasına yol açıyor. Jeoloji mühendisleri etüt yapıp, bilimsel olarak ortaya çıkarırsa, durumun ne olduğunu
görürüz. Ancak bu olumsuz durumun önüne geçmek için kuraklıkla beraber kaçak ve kontrolsüz su kullanımının engellenmesi gerekir.
“TEK DAMLA SU HEBA EDİLMEMELİ”
Kuraklık böyle devam ederse, deniz suyunun arıtılıp, içme suyu olarak kullanacağımız konuşuluyor. Sizce bu senaryonun hayata geçme ihtimali var mı?
En son çare olarak düşünebilir. Bu, pahalı bir yöntem. Daha akıllıca işlere öncelik verilebilir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde bin metre karenin üzerindeki binalarda ruhsat alırken yağmur suyunu biriktirecek sanrıçları zorunlu hale getirmişler. Yağmur suyu hasadını her zaman söylüyoruz. Dereler doğrudan denize akıyor. Oysa depolayabilir, daha tasarruflu sistemlere gidebiliriz. Suyun Türkiye’de yüzde 70’i tarımda kullanılıyor. Dolayısıyla tarımda da suyu daha tasarruflu ve etkin kullanabileceğimiz yöntemler geliştirmeliyiz ki zaten bu sistemler var. Devletin belki hibe desteklerini arttırması gerekir. Üreticiyi basınçlı sulama sistemlerine yönlendirmesi lazım. Hakan Çavuşoğlu’nun Gölbaşı Göleti’ne 835 milyon lira harcanarak yüzey sulama sisteminin basınçlı sulama sistemine dönüştürüleceği açıklaması olumlu. Umarız en kısa sürede hayata geçer. Üreticiye de hibe desteği verilirse su tasarrufu sağlarız ve deniz suyuna ihtiyaç kalmaz.
“MALİYETLER ARTIYOR ÜRETİCİYE DESTEK AZALIYOR”
Biraz da tarımı konuşalım isterim. Geçmiş yıllarda Türkiye tarımda kendi kendine yeten ülkelerden biriyken, bugün gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu an birçok üründe özellikle bakliyatta ithalat yapıyoruz. Kuru fasulye mercimek ve tohumda iyileştirmeler az da olsa oldu ama tarımsal üretim rejimimiz ithalata dayalı. Ayrıca üreticilerin girdi maliyetleri artıyor. Üretici, mazot, gübre ve tarımsal ilaç fiyatlarının altında eziliyor. Bir de ucuz ithal ürünler yüzünden üreticilerin haczedilmesi, traktörlerine el konulması gibi olumsuz haberler izliyoruz. 2021 yılında tarıma destek bütçesi 22 milyar lira olarak açıklandı. Bu, bir önceki yılla hemen hemen aynı. Ancak mazot desteği geçen yıla göre azaldı. 2 milyar 901 milyondan 2 milyar 724 milyona düştü. Dövize bağlı olarak mazot fiyatları artıyor ama üreticiye destek azalıyor. Gübre fiyatları aynı şekilde arttı. Yani üretici zor durumda ve desteğe ihtiyacı var. Tablo bu olduğu için kırdan kente göç var. Kırda üretim yapacak genç nüfus yok. Bu sorunla yıllardır karşı karşıyayız. Tarım arazileri parçalı, bunları arazi toplulaştırmasıyla bir araya getirmemiz lazım. Bunlar hızlı bir şekilde yapıldıktan sonra da üreticilerin örgütlenmesi gerekir. Yani üretim kooperatifleriyle tüketim kooperatiflerini entegre etmeliyiz.
“TARIM PLANLAMAMIZ YOK”
Tarım planlamasında bir sorun olduğunu düşünüyor musunuz?
Kalitede çok temel bir prensip vardır. Ölçemediğiniz unsuru iyileştiremezsiniz. Sadece tarımda değil birçok sektörde aslında elimizde veri tabanı yok. Örneğin tarım arazilerini daha iyi kullanabilmemiz için arazi kullanım kabiliyet sınıflandırma haritalarımızın elimizde olması lazım. Oysa biz daha 1970 yılındaki toprak etüt haritalarını kullanıyoruz. Dolayısıyla önce elimizeki varlığın ne ölçüde değerli olduğunu hangi üretim için daha uygun olduğunu belirleyip, buna uygun bir planlama yaparak, destekleme politikası geliştirmeliyiz. Havza bazlı destekleme modeli getirildi ama arazi kullanım kabiliyetine göre değil de Türkiye için stratejik olan ürünler öncelik alınarak belli ürünlere belli yerlerde destekler verildi. Yani bir planlama eksikliğimiz evet var. Daha 2 yıl önce soğan ve patates fiyatları yükselmişti ama bugün soğan, patates üreticileri kan ağlıyorlar.
“TARIM TOPRAKLARI KÜÇÜLÜYOR”
Ekilebilir topraklar ne kadar düştü. Bunla ilgili veri var mı elinizde?
Türkiye’de en yüksek ekilebilir arazi miktarına 1989 yılında 28,5 milyon hektar ile ulaşılmış. O yıl kişi başına düşen arazi 0,63 hektar olurken 2019’da toplam 23,5 milyon hektarda kişi başına düşen arazi oranı 0,28 hektara düştü. Hatta 2 milyon atıl arazi de hesap edilirse bugün ekilebilir arazi 21,5 milyon hektara düşmüş. Tablo daha da kötüye gidiyor. Bursa’ya gelirsek. 1990 yılında kişi başı ortalama 0,21 hektar yani 2 dönüm. Nüfus 1 milyon 600 bin. 2000 yılında 0,16 hektara düşmüş ve nüfus 2 milyon 125 bine çıkmış. 2014’te nüfus 2 milyon 787 bin iken kişi başına düşen arazi 0,12 hektara inmiş. Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Öğretim Üyeleri Ertuğrul Aksoy ve Gökhan Özsoy hocaların çalışması var Bursa’daki ova koruma alanlarıyla ilgili. 1976- 2011 arasında ova koruma alanında 2 bin 82 hektarı kaybettik şehirleşme uğruna. Buna son dönemdekileri de eklediğimizde kayıp daha da artıyor. Yüzde 18,5’luk bir kayıp söz konusu.
“UZUN VE ZOR YOLCULUĞA ÇIKMA ZAMANI GELDİ”
Elde kalan tarım topraklarının korunması için neler yapılabilir?
Planlama yaparken üst ölçekli planlarla bölgesel planların uyumlu olması lazım. Siz çevre düzeni planı yaptığınızda Ankara’dan gelen bir kararla planınız bozulmamalı. Kentin tarım, turizm, sanayide ne yönde gelişeceği bit bütünsellik içinde planlanması lazım. Ama bir karar geliyor ve planlamanız bozuluyor. Örneğin Bursa’da birinci sınıf tarım alanlarına TEKNOSAB yapıldı, mera alanına otomotiv test merkezi yapılacaktı. Zeytin ve orman alanları tehdit altında. Dolayısıyla öncelikle bakış açısını değiştirmemiz lazım. Kanunla yetki ve sorumluluk verilmiş kurumlar, kanundan, yönetmeliklerden, planlardan gelen görev ve sorumlulukları kamu yararına, halk adına yerine getirmeli. Yani kısaca kanunlar ama’sız fakat’sız uygulanmalı. Ülkesel bazda detaylı ve güncel yeni sınıflandırma sistemlerine, toprak taksonomisi, 1/25 binlik ölçekli sayısal ve paylaşılabilir bir ortamda haritalar oluşturulmalı. Buna dayalı toprak etütü harita çalışmaları yürütülmeli. Ve bu haritalardan güncel tüm arazi varlıklarına ait bilgi sistemi oluşturarak arazi varlığımızın envanteri çıkarılmalı. Nicelik ve nitelikleri ortaya konulmalı. Yine söz konusu haritalar yardımıyla ülkesel bazda arazi kullanım planlaması bir an önce yapılmalı. En önemlisi yaşam standartları yükseltilmiş sağlık, okul, sosyal ve kültürel alanlar yaratılmalı. Üretim ve tüketim kooperatiflerinde örgütlü küçük aile işletmeleriyle yapılan tarımsal üretim teşvik edilmeli. Genciyle, yaşlısıyla üreticiyi köyünde tutacak üretim modelleri geliştirimeli. Bu uzun ve zorlu bir yolculuk ama bu yolculuğa çıkma zamanı geldi. Bizler bu uğurda her türlü desteği vermeye hazırız. Bunu da yapmak zorundayız. Bir yanda kuraklık bir yandan tarım arazilerin yok olması, nüfusun artması bizi gelecekte çok daha zor günlerin beklediğini gösteriyor.
FOTOĞRAFLAR: BİRCAN ÖRSEL