Olay Gazetesi Bursa

Asıl mücadelemiz enflasyon olmalı 

Merkez Bankası’nın faiz indirimi nedeniyle piyasalar yangın yerini andırıyor. Ekonomist Doç. Dr. Filiz Eryılmaz, ekonomi politikalarının temel odağının enflasyonla mücadele olması gerektiğini belirterek, “Belirli bir süre sıkı para politikası uygulamamız yani faizleri artırmamız gerekiyor. Çünkü enflasyon yüksek olduğu müddetçe faizleri her indirişinizde kur yukarı çıkacak ve kur arttıkça da maliyet kanalıyla enflasyon daha da artmaya […]

Merkez Bankası’nın faiz indirimi nedeniyle piyasalar yangın yerini andırıyor. Ekonomist Doç. Dr. Filiz Eryılmaz, ekonomi politikalarının temel odağının enflasyonla mücadele olması gerektiğini belirterek, “Belirli bir süre sıkı para politikası uygulamamız yani faizleri artırmamız gerekiyor. Çünkü enflasyon yüksek olduğu müddetçe faizleri her indirişinizde kur yukarı çıkacak ve kur arttıkça da maliyet kanalıyla enflasyon daha da artmaya devam edecek” dedi.

Merkez Bankası’nın yayınladığı metnin yanlış anlaşılması nedeniyle kur ataklarının devam edebileceğini de ileri süren Eryılmaz, Çin modeliyle ilgili de önemli açıklamalar yaptı: Çin modeli; belirli bir sanayileşme politikasına dayalı cari fazla hedefi taşıyan ve otarşik bir ekonomi yapısına uygun bir büyüme modelidir. Türkiye’de uygulanması kolay değildir.

Pazartesi Söyleşileri’ne konuk olan Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Filiz Eryılmaz, son günlerin yakıcı gündemi ekonomik gelişmeleri yorumladı.

Merkez Bankası’nın faiz indiriminden, kur ataklarına, asgari ücretten, Çin modeline varıncaya kadar güncel konulara ilişkin sorularımızı yanıtlayan Eryılmaz, önemli açıklamalar yaptı.


METİN YANLIŞ ANLAŞILDIĞI İÇİN YENİ KUR ATAKLARI GÖREBİLİRİZ

Güncel bir soruyla başlamak isterim. Merkez Bankası faizi 100 baz puan indirdi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Merkez Bankası’nın 100 baz puanlık indirimi bekleniyordu. Ama özellikle bu hafta bazı kesimlerde acaba bu toplantıda Merkez Bankası faizi sabit tutabilir mi beklentisi de oluşmuştu. Bunun iki temel nedeni var. İlki geçtiğimiz hafta Bloomberg’in yaptığı bir habere göre Credit Suisse analistleri yayınladıkları bir raporda Merkez Bankası Başkanı Kavcıoğlu’nun yabancı yatırımcılarla yaptığı toplantıda “Aralık ayında faiz indirme olasılığı azaldı” demesiydi. İkincisi ise geçen  pazartesi kurda yaşanan ani yükseliş sonrasında Cumhurbaşkanı, Merkez Bankası Başkanı, Hazine ve Maliye Bakanı ile kamu banka müdürlerinin 5 saati aşan toplantısı sonrasında hiçbir açıklama yapılmaması da dikkat çekiciydi. Piyasada bu toplantı sonrası bazı kesimlerde bu ay faizler sabit bırakılabilir düşüncesi oluştu. Şimdi isterseniz karar sonrası piyasa tepkilerine bir bakalım. Karardan bir gün sonra kurda bir gün içerisinde  yüzde 8’lik artışla 17.14 zirvesini gördük. Ardından Merkez Bankası’nın 5. kez piyasaya müdahalesi geldi. Peki neden kurda yeniden böylesine yükselme oldu? Bunun temel nedeni ilk olarak faiz indirimi ikincisi ve daha da önemlisi faiz karar metninde yer alan ve piyasa tarafından tam olarak anlaşılamayan sözlü yönlendirmeler. Faiz karar metnine baktığımızda ilk dikkatimi çeken şey “sınırlı alanın kullanımını bu ay itibariyle tamamladık” şeklindeki kısım. Bir diğer önemli kısım ise “2022 yılının ilk çeyreğinde uyguladığımız politikaların birimli etkilerine bakıp geniş kapsamlı bir politika gözden geçirmesi yapacağız” sözlü yönlendirmesi. Benim bu iki kısımdan ilk anladığım şey Merkez Bankası önümüzdeki 3 ay faiz indirimi yapmayacak. 3 ay boyunca bekle ve gör yaparak yaptığı faiz indirimlerinin sonuçlarını değerlendirecek. Eğer politikaların işe yaradığını düşünürse yola devam edecek ve 3 ay sonra yeniden faiz indirimlerine başlayacak. Ama yok,  politikaların işe yaramadığını görürse faiz artırımına yeniden başlayacak. Gördüğüm kadarıyla piyasada herkes bu kısmı farklı yorumlamış. Haliyle Merkez Bankası’nın ne demek istediğine dair spekülasyonlar aldı başını gidiyor. Bir kesim ben Merkez Bankası’nın ne dediğine bakmıyorum, en kısa zamanda yine faiz indirimi gelebilir diyor. Bir diğer kesim 3 ay faiz indirmese bile 3 aydan sonra yeniden faiz indirimi başlayacak diyor. Bir başka kesim de geniş bir politika çerçevesi gözden geçirmesi sonunda 3 ay sonra bambaşka hiç beklenmedik sert politikalar gündeme gelebilir diyor. Yani anlayacağınız faiz kararı sonrası özellikle faiz karar metnindeki bu tuhaf olarak da adlandırabileceğimiz ibareler nedeniyle belirsizlik ve tansiyon azalmadı aksine daha da arttı. Bu nedenle de kurda yeni ataklar görmemiz hayli olası.


FAİZ ARTIRILMALI

Faizi düşürdüğümüzde kur yükseliyor, kur yükseldiğinde faizi artırmak zorunda kalıyoruz. Bu kısır döngüden çıkmak için ne yapılması lazım?

Bu kısır döngüden kurtulabilmemiz için kesinlikle ve kesinlikle ilk önceliğimiz enflasyonla mücadele olmalı. Bunun için belirli bir süre sıkı para politikası uygulamamız yani faizleri artırmamız gerekiyor. Çünkü enflasyon yüksek olduğu müddetçe faizleri her indirişinizde kur yukarı çıkacak ve kur arttıkça da maliyet kanalıyla enflasyon daha da artmaya devam edecek. Ama makul düzeyde bir enflasyonunuz olsa faizdeki inişler piyasa tarafından riskli bir politika olarak algılanmayacağı için hem kurdaki hem de enflasyondaki belirli artışlar ekonominin dengesini bozmayacaktır. Bu nedenle yeni ekonomik model uygulanmak istiyorsa önce enflasyon düşürülmeli ardından cari fazla hedefi gündeme gelmeli diye düşünüyorum.


YAPISAL REFORMLAR ŞART

Bazı ekonomistler, kur-faiz eksenine sıkışmış ekonominin iyileşmesi için yapısal reformların hayata geçmesi gerektiğini savunuyorlar. Bu görüşe katılıyor musunuz?

Kesinlikle katılıyorum. Özellikle son dönemdeki yeni ekonomik model ile yapısal reformlar yeniden gündeme geldi. Şu nedenle gündeme geldi: yeni ekonomik programın temel hedefi faizi düşürüp kuru artırmak. Bu yolla ihracatın artırılıp ithalatın azaltılması hedefleniyor. Ama gelgelelim ki Türkiye ekonomisinde ihracatın ithalata olan bağımlılığı oldukça yüksek. Yani ihracat yapabilmemiz için ihraç ettiğimiz ürünlerin ara mallarının çoğunu ülke içinde üretemediğimiz için yurt dışından ithal etmemiz gerekiyor. Haliyle ithal etmek zorunda olduğumuz ürünleri ülke içinde üretebilmemiz için üretim yapısını değiştirmemiz gerek. Yine sadece çok ihraç etme meselesine değil katma değeri yüksek olan ürünleri ihraç edebilmemiz gerek. Bunun için de yine üretim yapımızda yapısal bir dönüşüme ihtiyaç var. Bu yapısal dönüşümü de bahsettiğiniz yapısal reformlar ve dönüşümlerle yapabiliriz.

Son aylarda toplumun tüm kesimlerinin gündeminde faiz ve kur olmaya başladı. Sizin gibi uzmanlar kadar olmasa da, herkes ekonomiyle ilgili yorum yapma ve pozisyon alma durumuna geldi. Ekonomide yaşanan dalgalanma, ekonomi okur yazarlığını artırdı mı?

Çok haklısınız Mustafa Bey. Yediden yetmişe herkes son dönemlerde mecburen ekonomi konuşuyor. Çünkü en basitinden, artan enflasyon ve kur toplumun her kesimindeki vatandaşı direkt veya dolaylı olarak etkiliyor. Ve hayatın hemen hemen her alanında bu iki makroekonomik değişkendeki artışı hissetmeniz mümkün. Son dönemdeki artışlar da bir hayli can yakıcı ve ağır olduğu için vatandaşın gündemi de haliyle ekonomi oluyor. Gördüğüm kadarıyla özellikle teknoloji ve sosyal medyanın gelişmiş olması da söz konusu okur yazarlığa büyük katkı sunuyor. Örneğin YouTube’a dolar ile ilgili bir video çekip koyduğunuzda dakikalar içinde binlerin izlediğini görebiliyorsunuz. Bu da insanımızın bu konularla ne kadar ilgili olduğunun en büyük göstergelerinden biri diye düşünüyorum.


ASGARİ ÜCRET ZAMMI MEMNUN EDİCİ”

Asgari ücret 4 bin 253 lira oldu. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

Açıkçası  yüzde 50,5’lik zam,  beklentimin oldukça üzerinde. Ben net asgari ücret maksimum 4 bin 100 lira  olur diye düşünüyordum. Tabii bu benim beklentimdi,  olması gerekenden bahsetmiyorum. Aslında tüm piyasa gibi ben de aralık başında, yani ilk asgari ücret tespit komisyonu toplanırken özellikle de Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları nedeniyle iyi bir zam gelir diye düşünüyordum. Ama 3. asgari ücret tespit komisyonu sonrasında konuşulan rakamları duyunca biraz hayal kırıklığına uğramıştım. Bu nedenle 4 bin 253 lira, beklentimin üzerinde bir rakam. Bu yıl işçi, işveren ve kamunun uzlaşı içinde bu kararı almış olması hayli sevindirici tabii. Bunun yanında devletin elini taşın altına koyarak gelir ve damga vergisini kaldırması da çok önemli bir karar. Bu ilk kez yapılan bir uygulama. Bu sayede işverenin üzerindeki yük 450 lira  azalmış olacak. Bu verginin kaldırılmasının devlete maliyeti de takriben 30-40 milyar lira  olacak. Bu açıdan bu oranın işveren için de çok maliyetli olduğunu düşünmüyorum. Tabii gönül ister ki daha çok zam yapılabilsin. Bunu tüm vatandaşlarımız hak ediyor, orası ayrı bir tartışma. Ama sözün özü özellikle işçi kısmını memnun edecek bir ücret oranı diye düşünüyorum.

Asgari ücretin yükselmesi, ekonomiyi nasıl etkiler?

Asgari ücret artışı ekonominin talep ve arz, yani üretim kanadını etkiler. İlk olarak asgari ücretin artması vatandaşın gelirinin artması anlamına geliyor. Geliri artan vatandaşın mal ve hizmetlere olan talebi artacağı için bu da fiyatların yani enflasyonun artmasına neden olacaktır. Yani asgari ücret talep enflasyonu yaratacaktır. Ayrıca asgari ücretin artması arz tarafında üreticinin maliyetinin de artması anlamına gelecektir. Artan üretim maliyetleri nedeni ile işveren karlılığının azalması ile birlikte üretim azalacak, azalan üretimle birlikte istihdam azalıp işsizlik de artacaktır. Ayrıca artan asgari ücretle kayıt dışı istihdamda da artış yaşanabilir. Yapılan akademik çalışmalarda genelde asgari ücret artışlarının işveren karlılığı üzerinde çok ciddi etkileri olmadığı ama enflasyonu artırıcı etkisinin daha güçlü olduğu yönünde bulgular elde edilmiştir.


TÜİK’İN ENFLASYON HESAPLAMASI TARTIŞMALI

TÜİKin açıkladığı son enflasyon rakamları çok tartışıldı. TÜİKin açıkladığı enflasyon rakamlarıyla ilgili değerlendirmenizi alabilir miyiz?

Son açıklanan enflasyon rakamları çok tartışmalı oldu. Hatırlarsanız eğer kasım ayı TÜFE yıllık  yüzde 21.31 iken Yİ-ÜFE ise yıllık bazda yüzde 54,62 olarak açıklandı. Bu rakamlara göre Yİ-ÜFE ile TÜFE arasındaki fark, yani makas  yüzde 33.31’e çıktı. Biz şunu biliyoruz, sağlıklı bir ekonomide ÜFE ile TÜFE arasındaki farkın zamanla kapanması gerekir. Yani ÜFE’nin TÜFE’ye yansıması ve TÜFE’yi artırması gerekir. Eğer yansımıyorsa bu üreticilerin maliyetleri hala yansıtmadıkları ve hala omuzladıkları anlamına gelir. Peki üreticiler neden maliyet artışını fiyatlara yansıtmazlar? Çünkü talep çok zayıftır ve bu nedenle tüketiciyi kaybetmemek adına yavaş yavaş yansıtırlar. Oysa Türkiye’de son dönemde artan enflasyon ve döviz kuru nedeniyle talep canlı. Hatta son günlerde bozulan enflasyon bekleyişleri ile birlikte öylesine canlandı ki stokçuluk aşamasına bile geçtik. Yani vatandaş fiyatlar gelecekte daha çok artacak diye bırakın sadece bugünkü ihtiyaçlarını almayı, gelecekteki ihtiyaçlarını bile şimdiden almaya çalışıyor. Haliyle böylesi bir ortamda yüzde 33.31’lik bir maliyet artışının hala üreticinin sırtında olması piyasaya çok mantıklı gelmiyor. Peki o zaman bu fark neden bu kadar yüksek? Piyasadaki hâkim kanıya göre TÜFE, TÜİK tarafından olması gerekenin altında ilan edildiği için fark bu kadar yüksek. Bir diğer deyişle piyasa ağırlıklı olarak TÜİK’in verileri manipüle ettiğini düşünüyor.


“Çİ
N MODELİ YABANCI YATIRIM,  VERİMLİLİK VE YÜKSEK TASARRUF POLİTİKASINA DAYANIR

Geçen haftalara kadar Çinin ekonomik modeline öykündüğümüz iddiası, bir kulis haber niteliğindeydi. Ancak artık gerçekten böyle bir hedefimiz olduğunu söyleyebiliriz Öncelikle Çin tipi ekonomik model nedir sorusunu yönelteyim.

Çin modeli yani bir diğer adıyla Doğu Asya tipi kalkınma modelidir. Bu modelin temeli sanayileşme politikasına dayalıdır. Söz konusu sanayileşme politikası olmadan değersiz yerli para birimi ile ihracat artırılma yoluyla ekonomik büyümeyi istikrarlı olarak artırmak çok mümkün değildir.  Bu modelin temeli cari fazla veren ekonomiye atıf yapıyor gibi görünse de aslında göründüğünden çok daha fazla derin bir anlam içeriyor diyebilirim. 1970’li yıllarda içe kapalı otarşik bir yapıya sahip olan Çin ekonomisi dış ticarette serbestleşme adımları ile birlikte piyasa ekonomisine doğru evrildi. Bu evrilmeyle birlikte günümüze doğru olan süreçte yüksek oranda bir büyüme performansı yakaladı. Söz konusu büyümenin temeli özünde cari fazla vermeye dayalı gibi görünse de aslında arka planda bu başarıyı sağlayan en önemli unsur doğrudan yabancı yatırım politikası ile sağlanan verimlilik artışı ve yüksek tasarrufların öncülüğündeki yüksek sermaye birikimiydi. Evet Çin, söz konusu büyüme evresinde para birimini değersiz kıldı ve ucuz işgücünün büyümeye katkısı büyüktü. Ama tüm bunları sanayileşme politikası ve yapısal reformlar olmadan yapabilmesi mümkün değildi. Toparlayacak olursam,  Çin modeli; belirli bir sanayileşme politikasına dayalı cari fazla hedefi taşıyan ve otarşik bir ekonomi yapısına uygun bir büyüme modeli diyebilirim.


“Çİ
N MODELİNİN TÜRKİYEDE UYGULANMASI KOLAY DEĞİL

Peki Çin ekonomi modeli Türkiyeye uyarlanabilir mi?

İlk olarak yukarıda da bahsettiğim gibi uygun bir sanayileşme politikası ve teknoloji transferi sağlayacak  politikalar olmadan bu modelin Türkiye için uygulanması çok kolay değil. Bu süreçte tasarruf oranlarımızın düşüklüğü de bizim için bu modeli uygulamada çok büyük bir engel gibi görünüyor. Kaldı ki bu modelin uygun olup olmadığından daha önemli olarak Çin’in yaşadığı büyüme sürecini iyi analiz edip gereken dersler çıkarıldıktan sonra bizim için en uygun olan politikaların uygulamaya konmasının daha doğru olacağı kanaatindeyim. Çünkü unutmayalım ki Çin otoriter bir ekonomik yapıya sahip. Haliyle bu yapının birebir bize adapte edilmesi sırf bu nedenle bile doğru ve istenen sonuçları vermeyebilir.

Türkiye ekonomisiyle ilgili son olarak neler söylemek istersiniz?

İlk olarak umarım son dönemde ekonomide yaşadığımız dalgalanmalar en kısa zamanda azalır. Bu noktada mutlaka ama mutlaka ekonomi politikalarının temel odağı, enflasyonu düşürmek olmalıdır. Enflasyonu düşürmeden bahsi geçen hedeflere ulaşmamız çok mümkün görünmüyor. Tabii bir de unutmayalım ki hala pandeminin içindeyiz. Yeni Omicron varyantının ekonomileri nereye sürükleyeceği tam bir muamma. Bu nedenle tüm dünya gibi biz de oldukça belirsiz bir pandemi sürecindeyiz.