Şunu artık net bir şekilde ifade edebiliriz ki Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, koşar adımlarla 2. dönemine yürüyor.
Aktaş, adaylığıyla ilgili ilk net açıklamasını 5 Temmuz’da bu köşede yapmış ve şunları söylemişti:
“Sayın Cumhurbaşkanımız ve parti büyüklerimiz uygun görürlerse devam etmemem için hiçbir gerekçe yok.”
Önceki gün ise Uludağ eteklerinde, “Sıkıntı tam anlamıyla çözülmedi. Ancak iyiye gidiş var. Şimdi tamamlanması gereken projelerle yeni dönemdeki projeler üzerinde uzman bir ekiple çalışıyoruz. Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışıyoruz. Parti büyüklerimiz ve şehirde yaşayan vatandaşlarımız tercih ederse canla başla çalışmaya devam ederiz” diyerek, adaylığıyla ilgili benzer açıklamalarda bulunmuş.
Tüm bu gelişmeler ışığında Ankara’nın destek vermesi halinde Başkan Aktaş’ın ikinci döneme hazırlık yaptığını söyleyebiliriz.
Peki Aktaş’ı kısa zamanda en güçlü potansiyel aday yapan hamleleleri neler?
-Öncelikle ulaşıma el attı ve küçük dokunuşlarla trafiğe nefes aldırdı.
-Bursa’nın ulaşım sorununu kökten çözecek ulaşım master planına başladı.
-Üst üste yaptığı indirimlerle, toplu taşıma ve su fiyatlarını ucuzlattı.
-Yoğunluğu arttıran, yüksek katlı binaların inşasına yol açan ağırlıklı olarak Nilüfer’de süren kentsel dönüşümü sona erdirdi ve bunun yerine uydu kentler için siyasi iradeden vize aldı.
-Muhalefetle diyalog köprüsü kurdu ve farklı kesimlerle temas kurup, eleştiriye açık bir yerel yönetici profili çizdi.
-Kah yüz yüze kah telefonla birçok kez görüştüğü Cumhurbaşkanı ile sağlıklı bir iletişim kurdu, Erdoğan’ın güvenini kazandı.
Tüm bunlar Aktaş’ın adaylığının yolunu açabilir.
Bu kadar olumlu gelişmenin ardından Başkan Aktaş için illa olumsuz bir durum ortaya koymak gerekirse, o da tanınırlılık deriz.
Sonuç: Yerel seçimlere 7 ay kala Aktaş, adaylık konusunda boşluk olmadığı mesajını kamuoyuna güçlü bir şekilde veriyor.
Avrupa ile yeniden yakınlaşmaya dair
Askerlerini serbest bıraktığımız Yunanistan ile barıştık.
Nicedir aramızın limoni olduğu Avrupa Birliği’nden, “AB, Türkiye ile stratejik ortaklığını devam ettirecek” açıklaması geldi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşen Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Türkiye’nin ekonomik istikrarının önemine dikkat çekti, ardından iki ülke hazine ve maliye bakanlarının biraraya gelmesi kararlaştırıldı.
Tüm bunlar Türkiye’nin yeniden Avrupa Birliği rotasına girdiğini gösteriyor.
Tabii Avrupa ile flörtün, ABD ile aramızın bozulmasının hemen ardından başlaması da tesadüf değil.
Ancak sebep ne olursa olsun, şu gerçekle bir kez daha karşı karşıyayız:
Milli milli çıkarlarımızın gereği de, insan haklarımızın ve demokrasimizin ilerlemesi de, zenginleşmemizin ve refahımızın artmasının yolu da Avrupa’dan geçiyor.
Lüks tutkumuz
Oysa kampanya, ABD menşeli elektronik ürünleri kırma değil satın almama üzerine inşa edilmişti.
Neyse işin bu kısmında değilim.
Milli geliri 11 bin dolar, asgari ücreti bin 600 lira olan bir ülkede fiyatı 5-6 bin liralık lüks telefonlara nasıl herkesin sahip olduğudur beni ilgilendiren.
En az doların yükselmesi kadar ciddi bir sorundur bu.
Sarıbal’dan buğday tepkisi
Yerli üretimin tartışıldığı şu günlerde dikkat çeken bir açıklama:
“Türkiye, TUİK verilerine göre 2016 yılında 20.6 milyon ton, 2017 yılında ise 21.5 milyon ton buğday üretti. Aynı yıllarda sırası ile 4.2 milyon ton ve 6.7 milyon ton buğday ithal etti.
2018 yılının ilk yarısında ise 2.9 milyon ton buğday ithalatı gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı Kararı ile TMO`ya sıfır gümrük ile 750 bin ton buğday ithal etme yetkisi veriliyor. Yani buğday, arpa ve mısır ithal edilsin diye gümrüğü sıfırladılar.
Türkiye, kendi kendine yeten 7 ülkeden biriyken bu iktidar krizin faturasını köylüye yükleyerek ülkemizi dünyada kendi kendini yiyen ülke haline getirdi.”