Algı ile olgu her zaman birbiriyle örtüşmüyor. Ülkemizde başarılı olmaktan çok başarılı gözükmek takdir topluyor. Yaşadığımız sıkıntıların temelinde de bu yatıyor.
Yakıştırma yapmayı, abartmayı seven bir toplumuz. İnsanları olduğundan fazla göstermek hoşumuza gidiyor. Etkili bir konuşmaya yapan çocuğa geleceğin milletvekili muamelesi yapıyoruz. Güzel bir gol atan sporcuya ise Messi güzellemeleri…
Duygusunu yoğun yaşayan bir toplumuz. Abartılarımızın temelinde bu yatıyor. Başkalarını abartırken kendimizi de ön plana çıkarmak istiyoruz. Aksi türlüsü nefsimize ağır geliyor. Bu durum başımıza gelen belaların temelini oluşturuyor.
Sosyal medyaya baktığımız zaman insanların olduğundan farklı görünme çabalarına tanıklık ediyoruz. Daha güçlü gözükmek, çalışkan olarak bilinmek, bilgili olarak algılanmak… Paylaşımlar hep bunların üzerine. Çünkü esas gayemiz üretmek değil, reklam yapmak. Toplum olarak reklama çok önem verdiğimiz için bunu profesyonel olarak yapanlar ülkede söz sahibi oluyorlar.
İki tane güzel şarkısı olan bir kız çocuğunu ülkedeki en büyük sanatçı haline getiren aslında biziz. Ancak bu kişiyi kim parlatıyor, neleri amaçlıyor diye düşünmüyoruz.
Birkaç komik video çekerek erkeklik gurunu ayaklar altında alan birisini önce deli gibi alkışlıyor akabinde arkasından atıp tutmaya başlıyoruz. Derinlemesine düşünmüyor, anlık karar alıyoruz. Mantıktan ziyade duyguyla hareket ediyoruz.
En sevilmeyen insan bile olsa sokakta haksız yere saldırıya uğrasa, millet olarak o kişiye karşı sevgimiz artıyor. Ancak bu sefer de insanların sinsice parlatılmasına da engel olamıyoruz.
FETÖ elebaşını yıllar boyunca masum bir din âlimi zannetmek reklam sayesinde neler yapılabileceğini net olarak gösteriyor. İslam’ın lider ülkesinde bile birkaç okul ve olimpiyat sayesinde şarlatanları Kâinat imamı olarak görmek mümkün olabiliyor.
Bizim esas meselemiz mantığı devre dışına bırakıyor olmamızdır. Türkiye gibi herkesin apaçık ortada olduğu bir ülkede seçimin yapılma zamanlarına göre partilerin oy oranları değişiyor. Bir aylık periyotta bile milyonlarca insanın tercihini değiştirebiliyor olması duygularımıza esir düştüğümüzün en bariz göstergesidir.
Reklam kaygısı olan insanlar başarılı işler üretemezler. Bizler de bir seçim yapmak zorundayız. Ya başarılı olacağız ya da başarılı görüneceğiz. Başarılı görünmek için harcanan enerji başarılı olmak için harcansaydı Türkiye belki de şu an dünyaya yön veren bir ülke konumundaydı…
Trump’a BM’den ret
Merkezi Washington’da olan Birleşmiş Milletler her geçen gün Amerika’nın güdümünden çıkıyor. 2001 Yılında Amerika’nın bütün dünyayı karşısına alarak Irak’a girmesiyle başlayan süreçte Amerika’nın dünya kamuoyu oluşturma gücü gün be gün azaldı.
Bugün geldiğimiz durumda ise Amerika’nın kendisiyle yandaş 8 cılız ülke ile dımdızlak ortada kaldı.
Birinci dünya savaşında İngiltere’nin hüküm sürdüğü Milletler Meclisi nasıl son bulduysa İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’nın hüküm sürdüğü Birleşmiş Milletler de aynı akıbeti yaşayacaktır.
Fatih Terim ile yeniden
Tudor’un görevine son verilmesiyle birlikte Galatasaray’ın teknik direktörlük koltuğuna Fatih oturdu.
Benim esas merak ettiğim ise Fatih Terim Milli takımda kalsaydı Tudor istifa eder miydi… Yani Fatih Terim gelsin diye mi Tudor gitti, Tudor başarısız olduğu için mi Fatih Terim geldi