Sevgili okurlarım doktorlar ile ilgili bir yazı dizisi kaleme alacağımı söylemiştim. Seriyi bu yazı ile sonlandırıyoruz. Gündemde sürekli olarak insanlara tepeden baktıkları söylenen doktorlar gerçekten dedikleri gibi insanlar mı? Bu soruyu yanıtlamak istiyorum.
Eskiden doktorlar Türkiye’nin en zengin insanları arasındaydı. Özel muayenehanelere rağbet çoktu ve ciddi paralar kazanılabiliyordu. Ancak şu anda durum değişti. Doktorlar kendini geçindirecek kadar bir para kazanıyor fakat zengin sayılacak seviyede değiller.
Varlıklı aileler artık çocuklarını doktor yapmıyor. Ticarete yönlendiriyor, şirketlerinin başına geçiriyor, dil eğitimi veriyor…
Tıp fakültesi mezuniyet törenlerine gittiğiniz zaman mezun doktorların ailelerinin Anadolu’nun çeşitli yerlerinden geldiklerini, bir Türk genci hangi zorluklardan geçtiyse aynılarını yaşamış olanların diploma aldıklarını göreceksiniz. Yani bir eli yağda bir eli balda olanların değil…
Ancak sosyal medya algısına bakarsanız hastanelerde kendini üstün gören doktorlar olduğuna inanacaksınız.
Bu konuda yaşadığım bir olayı size anlatmak istiyorum. Bir dönerci dükkanına gittik. Mekânda zaten 3 kişi çalışıyordu. Hem mekânın sahibi olan hem de döneri pişiren usta ile sohbet ettik. Doktor olduğumu öğrenince ilginç bir tepki verdi.
‘Hocam doktorlarla dışarıda sohbet ederken çok iyi insanlar ama poliklinikte sert oluyorlar’
Tespiti haklı olabilir. Çünkü doktorlar biraz önce anlattığım gibi özünde iyi insanlar. Ancak poliklinikteki yaşanan birtakım zorluklar yüzünden suratlar asılabiliyor. Kapının tam önünde bekleyen birçok hasta var ve bu insanlar arasında dönem dönem kavga çıkıyor. Ancak dışarıda ne olursa olsun sizin içeride doğru teşhis yapmak için odaklanmanız lazım. Bir yandan da randevusuz bakılma istekleri oluyor. Bazen sistemi gidiyor ve isteseniz de hasta bakamıyorsunuz. Yani muayene sırasında engeller çıkabiliyor ve yüzünüz asılabiliyor. Ancak bu durum sizin kötü bir insan olduğunuz anlamına gelmiyor.
1987 yılına kadar bir uzmanlık dalında asistan olmak için sözlü sınava giriyordunuz. Hoca sizi severse asistan olarak alıyor, sevmezse almıyordu. Bir ideolojik kitlenme yaşanmıştı. Siyasi tercih hastanelerde çok etkili olmuştu.
Ancak 1987 yılından sonra tıpta uzmanlık sınavı yani TUS devreye girdi. Yüksek puanı alanlar istediği bölüme yerleşme hakkına erişti.
Şimdi de doçentlikte sözlü sınav kaldırıldı. Kriterleri karşılayanlar siyasi görüşe bakılmaksızın doçent olabiliyor.
Nerede olursa olsun adalet sağlandığı zaman homojen bir yapı kendini gösterir. Aksi takdirde tek tipçi ve kendi gücünü korumak için diğerlerini ezmeye çalışan bir zihniyet güç kazanır.
Şu anda Türkiye’nin özeti neyse doktorların özeti de odur. Eskisi gibi tek tipçi bir anlayış hâkim değil. Sosyolojik bir dönüşüm yaşandı.
Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi doktorlar Türk Tabipler Birliği’nin anlayışına sahip kimseler değil. TTB iyi örgütlendiği için yönetimi devralmış vaziyette ancak sahada çalışanların düşüncesi ve hissiyatı çok başka yönde.
Devletin çok güçlü, bireyin güçsüz olduğu dönemlerde hastanelerde sıkıntı yaşamış ve zor süreç geçirmiş insanların hafızaları hala o günlerden kalma doktorlara karşı güvensizlik duygusu içinde. Ancak ne Türkiye o zamanın Türkiye’si ne hastalar o zamanın hastaları.
Bir meslek grubu kötü olamaz. Bir meslek grubu iyi de olamaz. Sadece şartlar ve durumlar belli bir yöne eğilim olmasına neden olabilir. Herkes nasılsa meslek grubundaki insanlar da öyledir. Kapıdan hasta olarak giren insan popülasyonumuz neyse muayene etmek için bekleyen doktor popülasyonumuz da odur.