Doların yükselişine son verilmesine karşın ekonomideki çalkantılı süreç hâlâ sona ermiş değil. Bu süreçte mali disiplin, ekonomi yönetimi ya da para politikaları hakkında konuşmak yerine toplumun maddi giderlerini ele almak istiyorum.
Kredi çekenin ayıplandığı bir toplumdan kredi çekmeyenin anormal karşılandığı bir topluma evrildik. Hayat standartlarımız bir anda yükselmeye başladı. Akıllı telefonlar, pahalı markalar, lüks cafeler gündelik hayatın olağan bir parçası haline dönüştü.
Eskiden insanlar ihtiyaçlarını geliri ölçüsünde karşılar, birikimleri ölçüsünde harcamalarını yapardı. Ancak devir değişti. Devir borçlanma devri oldu. Aylık geliri düşük olan insanlar da sürekli borç ödüyor, yüksek olan da… Yani borçlanmak maddi durumdan bağımsız bir toplum meselesi haline geldi.
Henüz öğrenciyken bile daha fazla gezebilmek için kredi çeken, yüklü miktarların altına imza atan birçok gencimiz var. Zaten kredi borcu varken lüks bir ev ya da araba alabilmek için ikinci kredisini çeken birçok vatandaşımız var. Mevcut düzende insanların bankalara ciddi miktar borçlandığını görüyoruz.
Cafelere, eğlence mekânlarına baktığınız zaman maliyetinin çok üstünde bir fiyatlarla karşılaşırsınız. Ancak milletimiz bunlara hiç önem vermeden sürekli olarak buralarda eğlenmeye devam ediyor. Tabii ki toplumda herkes istediği gibi deşarj olma hakkına sahiptir ancak aşırıya kaçmaya başladık.
Eskiden zam uygulayan esnafın müşterisi azalırdı ancak günümüzde zam uygulayan mekânların müşteri sayısında azalma olmadığını görüyoruz. Üstüne üstlük birçok mekânda oturmaya dahi yer bulmakta zorluk çekiliyor.
Esas mesele ülke olarak bu tüketimi karşılayacak bir üretim yapmıyor olmamız… Ortada bankalardan çekilen parayla miktarda sanal bir para dönüyor. Bir süre sonra bunları ödeme zamanı gelecek ve maalesef toplum olarak sıkıntı yaşayacağız.
Aklı başında, ne yaptığını bilen vatandaşlarımızın kendi para politikalarını mantıklı biçimde yönetmesine karşın instagramda bir resim paylaşmak ya da swarmda bir yer bildirimi yapabilmek için para harcayan geniş bir kesim olduğunu da göz- ardı etmememiz lazım.
Düz mantıkla baktığınız zaman yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede faiz oranları artırılınca milletin bundan fazlaca etkilenmemesi lazım. Ancak gerçek hiç de öyle değil.
Eskilere baktığımızda ciddi ekonomik krizler ve maddi kıtlıklar gördükleri için bilinçaltında sıkıntılı günlerin tekrardan geri gelebileceği düşünüp geleceğini garanti altına almak istediklerini görüyoruz. Bu yüzden dişinden, tırnağından artırarak yatırım yapıyorlar. Ancak yeni nesle baktığımız zaman daha rahat yaşamak için gelecek hesabı yapmadan rahatça borçlanabildiklerine şahitlik ediyoruz. Yani her iki tarafta da ifrat tefrit noktasını görüyoruz.
2001 krizinden sonra Ak Parti hükümetleriyle geliri artan vatandaşın bir süre sonra orta gelir tuzağına düşebileceği önceden beri yazılıp çiziliyordu. Yani insanların rahat bir hayata kavuştuktan sonra eski azmiyle çalışmaması, üretimden çok tüketimi hedefleyen bir hayata yelken açması… Maalesef ülke olarak bu tuzağa düşmüş durumdayız.
Gençlerle konuştuğumuz zaman meslek seçimlerinde fazla para ve az iş kriterlerini uyguladıklarını görüyoruz. Ülke olarak bu tuzaktan kurtulabilmek için gençlere kendisinin rahat yaşamasından daha çok dünyadaki geri kalmış tüm toplumların aynı standartlarda yaşamasını amaçlayan yüce bir davaya inanmasını ve bunun için çaba göstermesini aşılamalıyız. Savaşların ekonomi üzerinden yürütüldüğü günümüzde tüketim toplumu olmak yerine üretim toplumu olmak için mücadele etmeliyiz.