Soğuk savaş yıllarında Rusya’nın Afganistan’ı işgal etmek istemesi savaşın en kritik hamlelerinden birisiydi. Rusya başarılı olursa Ortadoğu’ya hüküm sürebilir ve Amerika’ya karşı inanılmaz bir üstünlük sağlayabilirdi. Dolayısıyla Amerika’nın da bu işgale seyirci kalması mümkün değildi. Nitekim soğuk savaşın sonuncusu olan Rusya-Afgan savaşları sonucunda Amerika tarafından ciddi anlamda desteklenen Afgan gerillaları bu savaştan galip ayrılmıştı. Rusya gibi büyük bir gücün karizması yerle bir olmuştu. Bu savaş neticesinde de soğuk savaş yılları tarihe karışmış, Amerika dünyanın tek büyük süper gücü olmuştu.
Rusya’ya karşı göğüs göğüse çarpışan gerillalar için yolun sonu gözükmüş ve savaşlar sona ermişti. Afganistan’a komşu ülkelerden de birçok kişi bu savaşa katılmıştı. Artık herkesin kendi ülkesine dönme vakti gelmişti. Ancak yıllar boyu savaşmaktan başka bir şey yapmayan, barış zamanı da elinden bir iş gelmeyen insanları hiçbir devlet kendi vatandaşı olarak görmek istemedi. Afganistan’da savaşan kimse kendi ülkesine dönemedi. Herkes sahipsiz biçimde ortada kaldı.
Dönemin süper gücü Rusya’ya karşı savaşan ve galip gelen insanlar bir süre sonra kendilerini çok büyük birer insan olarak görmeye başladı. Onlara göre her büyük savaş geçiren insan gibi bu insanlar da savaş görmemiş, narin ve kibar insanlarla aynı zayıflıkta değildi. Zira kendileri kan görmüş, barut kokusunu sinesinde hissetmiş, gözünü kırpmadan onlarca adam öldürmüşlerdi. İslam coğrafyasının namusunu korumak için büyük fedakârlık yapmışlardı. Savaş kendileri sayesinde kazanılmıştı. Özgürlük kendilerinin eseriydi. Onlar asla diğer insanlarla aynı kefeye konamazdı.
Kendi ülkelerine dönemeyen ve kendini diğer insanlardan büyük gören bu kimseler büyük bir çıkmaz içerisine girdi. Zira onlar hem üstün kişilerdi hem de ipsiz sapsız biçimde ortada kalmıştı. Bu yüzden bu insanların hepsi kendi içlerinde bir dayanışma içerisine girdi.
İslam coğrafyasının kaderini kendilerinin değiştirdiğine inanan bu insanlar, bu saatten sonra da İslam coğrafyasının kaderini kendilerinin değiştireceğine inandılar. Onlara göre İslam coğrafyasında bir yenilik olmalıydı. Müslümanlar kendi istediği gibi yaşayamıyor, bütün Müslüman devletler sömürü hayatı yaşıyordu. İslamın düştüğü kötü durumun kabahatlisi beceriksiz İslam idarecileriydi. Onlar Batı’ya karşı kafa tutsalardı İslam bu denli ezilmezdi. Hepsi Amerika ve Avrupa’nın emir eri haline gelmişti. Bu gidişata son verilmeliydi.
İslam idarecilerinin görevine son vermek gerekiyordu. Eğer bir ülkenin yönetimini, bu üstün insanlar ele geçirmeyi başarırsa zillet ortadan kalkardı. Ondan sonra diğer ülkelerin yönetimini de çok rahat ele geçirilebilirdi. Halk desteği sağlanarak bu başarılabilirdi. Ancak halk desteği sağlamak kolay değildi. Çünkü birçok kişi bu devlete muhtaçtı, fakirdi, ezilmişti.
Devlet idarecileri Amerika’nın desteği ile ayakta duruyordu. Dolayısıyla insanların Amerika’ya karşı büyük bir öfke ve nefret beslemesi durumunda bu öfke devlet idarecilerine dönüşecek, idarenin görevine son verilecekti. Bunun için de Amerika’nın Afganistan’a karşı kabul edilemez bir tutum içine girmesi lazımdı.
Devlet idarecilerinin görevine son verdikten sonra aynı kafa yapısındaki başka birilerinin yönetime geçmesinin de engellenmesi lazımdı. Bunun için de ayrı birer çalışma yapılması gerekiyordu. Bu insanlar kadar seçkin, dindar, bilgili ve imanlı insanların işbaşına gelmesi gerekiyordu.
İşte bunca planı yapan insanlar Afganistan’ı merkez ülke olarak seçti. Buradaki bir değişim ile tüm İslam coğrafyası domino etkisi ile değişecek ve İslam eskisi gibi şaşaalı günlerine geri dönecekti. Merkez olarak yani üs olarak Afganistan’ı hedef alan bu insanlar Arapça üs anlamına gelen ‘El Kaide’ örgütünü, devlet kademelerine sızmak ve yönetimi ele geçirecek kadroyu oluşturmak için de Arapça öğrenci anlamına gelen ‘Taliban’ örgütünü kurdular. Çünkü tek bir örgüt ile devlet yönetimi ele geçirilemezdi. Bir tane örgüt ülkede kaos ve ümitsizlik ortamının oluşmasına katkı sağlarken diğer örgüt ise biz ülkenin düştüğü bu kötü duruma son verecek kadroya sahibiz, yönetimi ele geçirirsek her şeyi düzeltiriz diyerek işbaşına gelecekti. Kaos olmazsa kurtarıcıya ihtiyaç olmaz, kurtarıcı olmazsa da kaosun anlamı olmazdı.
Asıl hedefleri İslam idarecileri olan El Kaide arka plandaki Amerika’ya saldırdı. Gayeleri Amerika’nın İslam coğrafyasına topyekûn bir saldırı başlatmasıydı. Böylelikle halk kitlelerinde büyük bir öfke meydana gelecek ve yönetim Taliban sayesinde ele geçirilecekti.
Limanlara, elçiliklere, Amerikan şirketlerine karşı yapılan onlarca saldırıda bulunan El Kaide beklediği tepkiyi Amerika yönetiminden görmedi. El Kaide arzu ettiği hamleyi bir türlü yaptıramıyordu. Artık çok büyük ses getirecek bir eylem yapılabilirdi. El Kaide dünyanın gidişatını değiştirecek bir hamle yaparak bütün ülkelerin canlı yayın kameraları ile izlediği 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirdi. Bu saldırıdan sonra istediğini alan El Kaide, Amerika’nın Afganistan’da işgal hareketinde bulunmasını sağlamıştı. El Kaide istediğini almıştı. Arka plandaki Taliban da gelişmelerden oldukça memnundu.
Afganistan ve akabindeki diğer ülkeler için El Kaide ve Taliban ile idareyi dizginlemek ve yönetimi ele geçirmek isteyen terör örgütlerinin Türkiye’ye yönelik reformları ve inovasyonları sağlandıktan sonra PKK ve FETÖ olarak karşımıza çıktığını söylesek haksız sayılır mıyız?
NOT: El Kaide’nin de, Taliban’ın da özgür ve bağımsız birer örgüt olduğu düşünülmemeli. PKK, FETÖ ve DEAŞ nereden yönetiliyorsa El Kaide ve Taliban da oradan yönetiliyor.