Birinci Dünya Savaşı’ndaki imkânsızlıkların hissedildiği yerlerden birisi de hiç kuşkusuz Hicaz cephesiydi…
Medine’yi ele geçirmek için hazırladığı planları sinsice uygulamaya başladı İngiliz ajanı Lawrence… Bölgedeki aşiretlere kese kese altın veriyor ve Şerif Hüseyin’i Arapların gözünde yeni bir lider olarak hazırlamak istiyordu. Şerif Hüseyin de hayalindeki ‘Büyük Arap İmparatorluğu’nu’ kurmak için İngilizlerin kuklası olmuştu.
Fahrettin Paşa’nın görevi ise Medine’yi savunmaktı. İngilizlerin desteğini arkasına alan Şerif Hüseyin ve oğulları Ali ile Faysal’a karşı çetin mücadele vermekti. Şehrin etrafı ıssız bir çöldü. Gündüz vakitlerinde sıcaklık 70 dereceyi bile buluyordu. Şehir ile İstanbul arasındaki tek irtibat noktası demir-yollarıydı.
İlk iş olarak bütün demir yolu istasyonlarının kontrolünü ele geçirdi Lawrence ve Şerif Hüseyin. Ele geçiremedikleri yerleri de patlattılar. Medine’yi yaşayan ölü bir şehre döndürmek istiyorlardı. Böylelikle tek kurşun bile atmadan şehri ele geçirmek mümkün olacaktı.
Ekonomik kriz sonucunda şehirde kıtlık hâkim olmaya başladı. Yiyecekler bitti, açlık başladı. Bir müddet sonra su kaynakları da yetersiz hale geldi. İlerleyen zamanlarda Medine’nin kavurucu sıcağında kaynar su bulmak bile ayrıcalık haline dönüşmüştü. İmkânsızlıklar her geçen gün artıyordu.
Hastalıklar boy gösteriyor ancak gerekli ilaçlar tedarik edilemiyordu. Düşman her geçen gün gücüne güç katarken Medine’nin efsanevi komutanı ve cesur askerleri güçten düşüyordu.
Ancak Peygamber Efendimiz’in mübarek kabri bulunduğu için şehri terk etmeyi kimse düşünmüyordu. Ölüm pahasına savaşılacak teslimiyet asla kabul edilmeyecekti.
Şehri kısa süre içerisinde ele geçireceğini zanneden Lawrence gördüklerine inanmıyor, bu kadar dirayetli bir savunmayı asla beklemiyordu. Bu yüzden Fahrettin Paşa’ya tarihe geçecek ‘Çöl Kaplanı’ yakıştırmasını yapacaktı.
İngilizlere göre Türkler savaşarak yenilemezdi. Bunun en güzel örneği Çanakkale’ydi. Tarihin en şanlı zaferlerinden birini kazanan Türkler güneşi batmayan imparatorluk olan İngiltere’yi hasta adam denmesine rağmen tokatlamayı başarmıştı. Bu yüzden taktik değiştirdiler. Savaşarak değil, fitne çıkararak; doğrudan gelerek değil, kendi adamlarını lider konumlara yükselterek mücadele ediyorlardı. Altınları sayesinde bunu rahatça yapıyorlardı. Hem ekonomik baskınlar veriyor hem de kardeşliğimizi baltalıyorlardı.
30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanmasına ve Medine’nin düşmana teslim edilmesi gerekmesine rağmen Fahrettin Paşa buna asla yanaşmadı. Enver Paşa’nın bizzat yazdığı emre rağmen şehri teslim etmedi. Bunun üzerine padişah tarafından gönderilen yazılı emre rağmen şehri yine teslim etmedi. Bir gün kendi askerleri Fahrettin Paşa’ya gizliden yaklaşarak onu derdest ettiler ve Medine’yi Lawrence ve Şerif Hüseyin’e teslim ettiler…
Eğer ki günümüz Türkiye’sinde milletimiz ekonomideki bozulmaları hissetmeye başlar ve bunun sorumlusu olarak hükümeti görürse AK Parti ciddi yara alacak demektir.
Ancak milletimiz dışarıdan yapılan saldırılar sonucunda ekonominin bozulduğuna inanırsa bütün fedakârlıkları gösterir, benzini 5 değil 15 liradan bile kullanmaya tepki göstermez ve üstüne düşeni fazlasıyla yerine getirir.
Biz Fahrettin Paşa gibi imkânsızlıklara rağmen mücadele etmiş bir neslin evlatlarıyız. Ancak doğruluğuna inanmadığımız idarecilere karşı da tepkisini çekinmeden ifade eden bir milletiz. Halkın ekonomiye karşı verdiği refleks sorumlu seçtiği kişiye göre değişecektir…