“Yüz yaşıma geldim; her şeyin, evrendeki yıldızların bile yerlerinin değiştiğini gördüm, ama bu ülkede hiçbir şeyin değiştiğini görmedim daha. Her üç ayda bir, yeni anayasalar, yeni yasalar, yeni savaşlar oluyor, ama hâlâ sömürge döneminde gibiyiz.”
Gabriel Garcia Marquez
Kolera Günlerinde Aşk (sayfa:335)
Türkiye’nin ‘ekonomi-siyaset’ tarihi bir bakıma ‘zamlar’ tarihidir.
Geriye doğru beş, on, yirmi, otuz yıl gidersek ki daha da geriye gidilebilir, karşımıza hep birincil sorun olarak fiyat artışları çıkacaktır. Ulusal gazetelerin belli başlılarının arşivini tarasak, birinci sayfalarında en önemli haberler arasında ‘zam’ başlıklarının yer aldığını görürüz.
Bir yandan mevsim normallerinin çok üzerine çıkan hava sıcaklıkları bir yandan da çok zorlu yaşam koşulları tam manasıyla her kesimden insanımızı bunaltmış durumda.
Vatandaş, sıcaktan biraz olsun korunmak için, ucuz diye vantilatör alıyor. Çoğunun klima almaya gücü yetmiyor. Buna karşın birçok mağazada vantilatörler tükenmiş durumda.
2018’den beri, 6 yıldır gittikçe artan bir ekonomik sıkıntı yaşıyoruz. Dünyada, böyle uzun süren krizin, başka örneğine rastlamak pek kolay olmasa gerek.6 yıldır baş edilemeyen, çözülemeyen yakıcı bir sorun. İnsanlarımızın canını yakıyor.
Aslında bu tür ekonomik darboğazları çok kere yaşadı ülke insanımız. İstisna durumlar vardır elbet, ancak şöyle istikrarlı bir dönem görüp, ‘Oh! Bu yıl çok rahatım’ demeyeli çok zaman oldu.
Günümüzden 47 yıl önce, 1977’de sanatçı Timur Selçuk’un ‘Dünden Bugüne’ adlı albümündeki ‘Ekonomi Bilmecesi’ şarkısı çok tutmuştu.
Sözlerini Yılmaz Onay’ın yazdığı şarkı şöyle:
Ekonomi tıkırında
Kriz var bunalım var
Ekonomi tıkırında
İşveren zor durumda
İşçiyi bağrına basar
Reva mı bu efendim
Bunalım bundan doğar
Demek ki ne yapmalı
Paradan at bir sıfır
Artsın öyle fiyatlar
İşçi fazla at gitsin
İşsizlik pahalılık
Konjonktür enflasyon
Milletçe fedakarlık
Kriz bunalım derken
Bilançoya bir baktık:
Bu yıl iki misli kâr
Hayret şu işe bak sen
Nerden geldi bu kârlar
Kime gitti bu kârlar
Aman kimse sormasın
Kim kazandı bu işten
Aman kimse duymasın…
Nasıl?
Hiçbirimize yabancı gelmedi değil mi şarkıda söz edilen sorunlar. 47 yıl önce yaşananlar günümüzde yaşadıklarımızla aynı değil mi? Demek ki pek bir şey değişmemiş.
Kimi amatör şairler, yerel ozanlar yapılan her zamdan sonra serzenişlerini söze-saza dökmekten geri durmadılar. Çocukluğumda, aklım pek ekonomiye ermediği, hayat pahalılığını anlayacak durumda olmadığım halde, büyük ozan Mahzuni Şerif’in zam konulu bir türküsü belleğime kazınmıştı.
Zam zengine dokunmaz ki,
Zerrece içi yanmaz ki,
Böyle millet kalkınmaz ki
Öldürecek zam fakiri
Hele de şu tam fakiri.
Kalkınamadı millet. Onca zamma, baş edilmez fiyat artışlarına rağmen bir arpa boyu yol gidilemedi. Yıllardır önümüze konulan şu ‘kalkınma’ duvarını aşamadık.
Ozan Mahzuni’nin sözünü ettiği fakirlik insanımızın kaderi oldu. İtildiğimiz bu yoksulluk kuyusundan çıkmayı bir türlü beceremedik.
Biraz olsun olup bitenin farkına varıp, bilinçlenmişti insanımız. Hatta daha iyi, daha güzel, daha insanca bir yaşam için eyleme bile geçmişti. Ancak, 12 Eylül 1980 Askeri darbesi hepsinin sesini soluğunu kesti.
Bununla da yetinmedi askeri cunta, ülkenin ne kadar ilerici, aydın, demokrat, emekçi önderleri, eylemci öğrenci, sanatçı, yazar, şair varsa, hepsini çok insafsızca ve gayri insani yöntemlerle gök ekin biçer gibi biçti.
Amaç ülkeyi dikensiz gül bahçesine çevirmekti. Egemen ve sömürüyü sürdürmek isteyen sınıfın isteği doğrultusunda… Diken gördüklerinin hepsini bir bir kopardılar. Ama ülke hiçbir zaman ‘gül bahçesi’ne dönmedi.
12 Eylül döneminde, sınıfsal bilinç tehlikeli gösterilerek düşünce, fikir itibarsızlaştırıldı. Demokratik kitle örgütleri, sosyal dayanışma dernekleri, meslek örgütleri, gönüllü sivil toplum kuruluşlarının kapılarına, bir daha açılmamak üzere kilit vuruldu.
İşçi örgütü sendikaların kırmızı olanları kapatılıp, mallarına, binalarına el konuldu, hal böyle olunca sarı sendikalara kaldı meydan.
Böylece, günümüz Türkiye toplumunun sosyal yapısını oluşturan sınıfları, bilimsel olarak tanımlanan gerçeğinden koparıldı, işçi – emekçi, küçük burjuva ve büyük burjuva olarak anılmaları, çıkarıldı günlük hayatın içinden.
Bunun yerine toplum, açlık sınırında yaşayanlar, yoksulluk sınırında yaşayanlar, doyanlar ve asla doymayanlar (zengin kesim) diye sınıflandı. İşin trajik yanı, bu söylemi çağdaş bilimsel düşünceye sahip akademisyenler ve aydınların bile benimsemiş olması.
Modern dünyadan, bilimsel gerçeklerden ne kadar uzağa düştüğümüzü, savrulduğumuzu pek az insan anlıyor.
2017 ve 2018’de ekonomi üzerine yazılmış çok sayıda makale ve araştırma yazıları okudum. Hem ülkemizin erdemli, donanımlı ekonomist ve akademisyenlerinden hem de dünyanın önde gelen, otoriteler tarafından fikirleri çok değerli kabul edilen kişilerin yazdıklarından çok sonuç çıkardım.
Bu saydığım insanların hemen hepsinin fikir birliğine vardıkları ortak noktalardan biri, parlamenter sistemden vazgeçip, başkanlık rejimine geçen ülkelerin hem ekonomilerinin hem siyasal sistemlerinin daha da kötüleştiği hatta birçoğunun çökmüş olmasıydı.
Elbet bu bilimsel sonuçtan Türkiye muaf değildi. Ülkemiz altı yıldır, yani tek adam yönetimine geçtiği günden beri, gün gün kötüye gitti ve hâlâ da gidiyor.
Kaç aydır ülkenin tek gündemi şu: Temmuzda asgari ücrette artış olacak mı? En düşük emekli maaşı ne kadar olacak?
İşin ilginci bugüne kadar gücünü gösteremeyen, pek etkisi de olmayan Ana muhalefet Partisinin, yerel seçimlerde birinci parti olmasına rağmen hapsolduğu çemberi kıramaması…
CHP’nin genel başkanı Özgür Özel, en düşük emekli maaşını 12 bin 500 liraya çıkaran hükümetin, bu uygulamasına karşı Cumhurbaşkanı’na seslenerek ‘en düşük emekli maaşını 17 bin liraya çıkar, basın toplantısı yapıp, tüm kamuoyu önünde size teşekkür edeceğim, bir daha da erken seçim demeyeceğim’ diyerek muhalefet tarzını ortaya koydu.
Nasıl öneri ama!..
AKP’nin 22 yıldır niye seçim kazanıp iktidar olduğu anlaşılmıyor mu?
Ülke çalışanlarının yarısının asgari ücret düzeyinde bir geliri ancak alabildiği, iş güvenliğinden, sendikadan, sağlıklı çalışma koşullarından yoksun olduğu bir ortamda ülkeyi yönetenler ve yönetmeye aday olanların ülke insanı için öngördükleri yaşam seviyesi bu.
Gelişmiş Batılı ülkeler açlık sınırı, yoksulluk sınırı, asgari ücret gibi durumları çoktan aştılar. Elbet asgari ücret onlarda da var. Örneğin önceki hafta genel seçim yapılan İngiltere’de asgari ücret, bizdekinin dört katından biraz fazla. Buna rağmen orada seçimleri ezici bir çoğunlukla İngiliz İşçi Partisi kazandı. Bizim ülkenin İşçi Partisi ise başka bir parti listesinden parlamentoya ancak 3 milletvekili sokabildi.
Yüz yıllık ‘Cumhuriyet’ düşürüldüğü bu trajik durumdan elbette kurtulacaktır. Ancak bu muhteşem Cumhuriyet duvarına, bunca yıldır bir tuğla bile koyamamış yöneticiler yaşadığımız sorunlara sebep olanlardır. Dolayısıyla bozdukları şeyi yapamazlar.
Bakmayın siz konuşmalarına; Mecliste, meydanlarda tansiyon yükseltmelerine. Sadece konuşuyorlar. Dünya değişiyor, elbet Türkiye de değişecek.
Anadolu’da bir gelenek vardır; özellikle kalabalık ailelerde baba yaşlanıp iş yapmakta zorlanmaya başladığını anladığında genellikle evin büyük oğluna işleri ve ailenin sorumluluğunu devreder. Zaten o güne kadar da onu hazırlamıştır. Ancak kimi durumlarda çocuklardan biri iyi okur yazar ise, dünyada olup bitenden haberdar ise ve işi de iyi yapacağına kanaat getirilirse küçük olmasına, yaşına bakılmaksızın, ailenin sorumluluğu ona verilir.
Evin iyi idare edilmesi, ailenin huzurlu olması için gösterilen bu özene ‘Anadolu İrfanı’ diyoruz.
Keşke ülkeyi yönetecek insanları seçerken de böyle ahlakından, erdeminden, liyakatından emin olduğumuz isimler arasından seçebilsek…
Sanırım o medeni dünya insanlarının yaşadığı daha güzel, daha insani, daha güvenli koşullara nesiller boyu ulaşamamamızın nedeni bu olmalı.
Onlar da olup da biz de olmayan nedir ki?
En düşük emekli maaşı ‘açlık sınırı’nın, asgari ücret ‘yoksulluk sınırı’nın altında. Çalışanların yüzde ellisinin ücreti asgari ücret seviyesinde.
Yarım yüzyıldan beri ülkeyi yöneten iktidarlar ve muhalefet partileri hiçbir zaman gerçek anlamda temel yapısal sorunları çözme konusunda samimi olmadılar.
Anlayacağınız:
Ekonomi tıkırında…