Olay Gazetesi Bursa

Çanlar kimin için çalıyor?

Günümüzde şair olarak bilinse de, Jakoben Dönemde en dokunaklı vaazlarını vermekle ünlüydü. Toplumda ise Londra Katedrali Başrahibi olarak bilinmekteydi John Donne. 1572’de Londra’da doğdu. Donne bir Katolik olarak yetiştirildi. Protestan bir ülkede, Katolik olmanın dezavantajı yaşamını etkileyecekti. Bu durum onu yalnızlaştırdığı gibi hayatını da zorlaştıracaktı. Epey bir zaman sonra Katoliklikten Protestanlığa geçen Donne, 1615’te İngiltere […]

Günümüzde şair olarak bilinse de, Jakoben Dönemde en dokunaklı vaazlarını vermekle ünlüydü. Toplumda ise Londra Katedrali Başrahibi olarak bilinmekteydi John Donne.

1572’de Londra’da doğdu. Donne bir Katolik olarak yetiştirildi. Protestan bir ülkede, Katolik olmanın dezavantajı yaşamını etkileyecekti. Bu durum onu yalnızlaştırdığı gibi hayatını da zorlaştıracaktı.

Epey bir zaman sonra Katoliklikten Protestanlığa geçen Donne, 1615’te İngiltere Kilisesi’nde kraliyet papazı oldu.

Etkili ve bilgi dolu vaazlara sahip coşkulu ve dokunaklı bir hatip olarak ünü hızla yayıldı.

1621’de St.Paul Kilisesi’nin başrahibi oldu.

Yaşamının son yıllarını yazarak ve vaaz vererek geçiren John Donne, 31 Mart 1631’de öldü.

Donne, şiirlerinin çoğunluğa ulaşması fikriyle ilgilenmedi. Hatta bunları basma fikrinin kendi kişiliğine uygun düşmediği kanaatindeydi. Çünkü o, bir şair ya da para için bir şeyler yazan biri gibi görünmek istemiyordu.

Zekâsı ve yaratıcı benzetmelerle süslediği vaazları en az dönemin tiyatro oyunları kadar popüler olmuştur.

Ernest Hemingway’e esin kaynağı olan ünlü vaazında da ölüm çanından söz ederken, bir taraftan da insan – ada benzetmesi yapmıştır.

Vaazın o bölümü şöyle:

“Hiçbir insan ada değildir, tek başına bir bütün; her insan kıtanın bir parçasıdır; bütünün bir bölümü; bir toprak zerresi denize karışıp gitse, sanki yitip giden yüksek bir tepeymişçesine, dostlarının ya da senin yurdunmuşçasına azalır Avrupa. Her bir insanın ölümü de işte böyle azaltır beni çünkü ben insanlığın bir parçasıyım. O yüzden sakın sorma çanlar kimin için çalıyor diye; senin için çalıyor.”

1936’da başlayan İspanyol iç savaşı, İspanya solunun “halk cephesi” içinde birleşmesine rağmen 1939’da faşistlerin zaferiyle sonuçlanır.

1937’de İç Savaş haberlerini takip etmek için İspanya’ya giden Hemingway, üç yıl sonra en önemli romanı kabul edilen Çanlar Kimin İçin Çalıyor’u bitirir.

John Donne’nin etkili vaazında söyledikleri, 300 yılı aşan bir zaman sonra Ernest Hemingway’in en değerli romanına isim olur.

Bu romanın yazılmasının üzerinden 85 yıl geçmiş. Bunca yıl sonra John Donne’nin sözü bu yazının da başlığı oldu.

Romanın Erol Mutlu çevirisine önsöz yazan ünlü şairimiz Ataol Behramoğlu, Hemingway’in tüm insanlığa duyurmak istediği mesajı bir soruya dönüştürmüş.

“Doğru ve yoğun yaşamak için ne yapmalı?”

İnsanca, insan onuruna yakışan bir toplumsal düzen kurulmalı. Erdemli, vicdanını, hakkaniyeti her şeyin üstünde tutan yöneticilerle idare edilen bir ülke olmalı…

Peki, bizim insanımız doğru ve iyi yaşam koşullarına sahip mi?

Ne yazık ki değil.

Ülkede artık nasıl bir sabaha uyanacağımızı kestiremediğimiz, olağanüstü olaylara tanık olduğumuz günler geçiriyoruz.

“Mehtap çocuğu öldür, 60 satürasyonlu bebek mi olur” demiş Hasan Basri Gök. Yenidoğan çetesinin sanıklarından. Mahkemedeki ifadesinde hâkimin sorusuna “Sadece görüşümü belli ettim. Evet çirkin bir cümle” yanıtını veriyor.

Bizi insanlığımızdan uzaklaştıran, insanlığımızdan utandıran bir olay. Toplum için, ülke için çok kötü bir durum. Tehlike çanları çalıyor demektir. Acı ve şiddetli bir tokadın yüzümüze çarpmasıdır.

Böyle bir kötülüğün değil yaşanması, konuşulması bile vicdanların yittiğinin göstergesidir!..

Cumhurbaşkanı Erdoğan “üç değil beş çocuk yapın” tavsiyesini sık sık tekrarlıyor.

İzmir, Selçuk’ta yaşayan aile, Cumhurbaşkanımızı mı dinledi yoksa kendi iradeleriyle mi yaptılar bilmiyorum ama beş çocuk sahibi. Kader onlara başka türlü bir yazı yazmış anlaşılan. Herkesi onulmaz bir vicdan azabına sokan bir olay yaşandı: Beş çocuk evlerinde yanarak öldü… Çünkü anne onları doyurmak için çöp toplamaya çıkmış, kapıyı da üzerlerinden kilitlemişti.

Nasıl bir çelişkiyle karşı karşıya olduğumuzu gözümüzün içine sokan bir gerçek… Bir yanda “çok çocuk yapın” deniyor, öbür yanda doğan çocuklar yanıyor. Yetmiyor, para uğruna hastanelerde yenidoğan çocuklar öldürülüyor.

Bu ölümler, istismar, iş cinayetleri, intiharlar, zorla çalıştırılan çocuk işçiler.

Çocuklarına kıyan bir ülke olduk!

Sadece çocuklar için çalmıyor tehlike çanları. En başta sağlık alanında yaşanıyor. Kocaman binaları olan hastaneler yapıldı. Ancak bu devasa hastanelerde muayene olmak isteyen vatandaş, randevu alamıyor…

Geleceğimizin güvencesi olan çocuklarımızın eğitimi için henüz bir sistem bulunmuş değil. Çokça bakan değişiyor, her yeni bakan kendince bir uygulama çıkarıyor.

Hükümetin tasarruf tedbirlerini de Milli Eğitim Bakanlığı okullardan başlattı. Temizlik elemanları eksiltilince, günümüz koşullarında veliler ve öğrencilere okul temizlettirilir duruma gelindi.

Modern ve bilimsel eğitimden iyice uzaklaşan uygulamalarla, gelişmiş ülkelerden kopuyoruz. Ekonomik durumu iyi olan aileler Avrupa’nın iyi okullarına gönderiyor çocuklarını.

Ekonomik koşullar emeklileri, asgari ücretle çalışanları deyim yerindeyse boğuyor. Bununla da sınırlı değil, küçük ve orta büyüklükteki esnafı da içine alan büyük bir çoğunluğa yaşam kaygısı yaşatıyor.

Üstünlerin hukukuna son verip, hukukun üstünlüğünü sağlayacaktı AKP. En büyük vaatlerinden biriydi. Gelin görün ki yapılan kamuoyu yoklamalarında en güvenilmez kurumlar arasında sayılıyor yargı kurumu. Durduk yerde bu sonuca düşülmedi. Yaşanılan adli olaylarda, ortaya çıkan çarpık kararlar topluma bu kanaati yerleştirdi.

Elbet en büyük güvensizlik ve en yüksek sesle siyasi partiler için çalıyor tehlike çanları.

Asal Araştırma’nın son anketinde “Türkiye’nin sorunlarını hangi siyasi parti çözer?” sorusuna verilen yanıtlar bunu gösteriyor. Ankete göre ülke sorunlarını hiçbir partinin çözemeyeceğini düşünenlerin oranı yüzde 40’a yaklaştı. Soruya AKP çözer diyenlerin oranı yüzde 21. Yerel seçimlerde büyük bir sıçrama yapan CHP’nin, “yumuşama – normalleşme” söylemi pek işe yaramamış. Toparladığı oyları hızla yitirdiği anlaşılıyor. Aynı soruya CHP çözer diyenlerin oranı 18.4, diğer diyenlerin ise 11.4, fikrim yok diyenler ise 9.7.

Ankara’nın kapalı kapıları ardında yaşanan politik oyunlar, kurgular, yapay gündem oluşturmalarının bir yansıması aslında bu sonuçlar.

Daha önce de yaşanmış bir ortaoyunu gibi. Vatandaşın içinde bulunduğu çok ciddi zorluklar için inandırıcı, ikna edici bir çözüm, öneri, bir plan ortaya koyamıyorlar. Bu durum yurttaşı hızla Meclis’teki partilerden uzaklaştırmış. En kötüsü de umudunu yitirmiş insanlar.

Türkiye için çoktandır çanlar çalıyor. Ancak kimse duymuyor ya da duymazlıktan geliyor…