Şüphesiz, insanlığın en büyük icadı, tartışmasız “yazı”dır…
Kafamda hiç bitmeyen bir meraktır, insanlığın yazıyı buluşu. Hepimizin bildiği gibi, ilkokula başladığımızda okumadan önce kalem tutmayı öğreniriz ya… Öğretmenimizin çizgili defterimize ilk yaptırdığı şey, o defterin birinci satırına dik bir çizgi çekebilmeyi öğretmektir bize…
İşte bu çizgi, benim için bir destandır. Elbet bir günde, bir yılda olan bir şey değildir bu. Kim bilir kaç asır sürmüştür… Elindeki bir ağaç parçası ya da taşla, mağara duvarına beş altı santimlik “dik çizgiyi” ilk kim çizdi acaba?.. Bu atamız bizim medeniyet mucidimizdir.
Profesör Doğan Kuban, makalelerinde sık sık söz ederdi; insanın ayağa kalkışı, “yazıyı icat edişi olağanüstü bir destandır” diye…
O mağara duvarına bir çizgi çizilmesini sağlayan şey sanırım “ilk kalem”dir. Duvardaki ilk çizgiyi gerçekleştiren atalarımızın elindeki taş ya da ağaç parçası şüphesiz insanlığın, bugün binlerce türde olan kalemleri doğuran ana, o “ilk kalem”dir.
Elim kalem tutmaya başladığından beri kalemi sevdim. Sevmekten de öte, gittikçe artan bir kalem tutkum oldu.
Ben ilkokuldayken herkesin bir tek kalemi vardı. O kalem küçücük kalana, yazı yazmanın imkânsız olduğu boya gelinceye kadar kullanılırdı.
Kalemtıraş çok az kişide vardı. Bazen sıraya girerdik, kalemtıraşı olan arkadaşımız sırayla kalemlerimizi açardı. Evde ise babalarımızın hep yanında taşıdıkları küçük bıçaklar kalemtıraş görevini görürdü.
Kimi de eski jiletlerle açardı kalemlerin ucunu. (Büyükler tıraş oldukları ve artık sakallarını alamayacak hale gelince jileti atmazlar, onunla açarlardı kalemlerini) Bunu en iyi yapan da Hasan adındaki arkadaşımdı. Öyle incelikli sivriltirdi ki kalemini, hiçbir kalemtıraşın açamadığı kadar güzel olurdu.
Tıpkı kalemtıraş gibi silgimiz de kıttı. Ders anında ya birbirimizden alırdık ya da öğretmen ikiye böler, olmayana verirdi bir parçasını…
Amerikalı ünlü psikolog James J. Jenkins’in, “Silginiz kaleminizden önce bitiyorsa yanlışınız çok demektir” sözünden habersiz, biz çok kullanırdık silgimizi. Pek de sakıncası yoktu. Çünkü o yaşta, “uyulmayan anayasa” ya da pek de işe yaramayan kanun metni yazmıyorduk ya…
Ben kalemimi, silgimi, kalemtıraşımı kaybetmemeye, ya da bir arkadaşıma kullanmak için verdiysem unutmamaya çabalardım. Kalemlerimden biri eksik olursa, ihtiyaç duymasam bile ders yapamazdım.
Elimizdeki tek kalem kurşun kalemdi, yanına ilk kattığımız renkli kalemse yine derste kullandığımız “kırmızı kalem” oldu. Sanırım ben dördüncü sınıftayken, sınıfta renkli kalemler çoğaldı. Çünkü babalar, amcalar o zamanlar herkes aynı evde oturduğu için amca-babanın ayrısı gayrısı olmazdı.
Babaları ya da akrabaları Almanya’da olanlar, çocuklarına renk renk, güzel kutular içinde yazı, boyama ve resim kalemleri getirirlerdi…
Evlerimizde ortak ders çalıştığımız arkadaşım Ali Doğu’nun da babası Almanya’daydı. Bir keresinde, ilk defa gördüğüm bir tükenmez kalem getirmişti oğluna… Ne kadar da göz alıcıydı.
Kim bilir ne kadar özenmiş ve dikkatli bakmış olmalıyım ki, Alo Amca, “Sana söz oğlum, seneye mutlaka bir tane de sana getireceğim” demişti. Bu söz beni avutmaya yetti. Tam bir yıl bekledim. O bir yıl nasıl geçti bilmiyorum ama sanırım o kalem her gün aklımdaydı…
Her yıl olduğu gibi o yıl temmuz ayında diğer Almancılar gibi Alo Amca da gelmişti.
Bu kez bir endişe çöktü içime; acaba gerçekten de benim kalemimi getirmiş miydi? Bu soru kafamın içinde günlerce dönüp durdu. Gurbetten yeni gelenlerin memleket hasreti, yakınlarıyla özlem gidermesi neredeyse bir hafta sürüyordu. Ancak bu buluşmalar bittikten sonra dışarı çıkıp, hayata karışıyorlardı.
Oğlu Ali, sınıf arkadaşım geldi, “Haydi bize gidelim” deyince, sevinçten yüreğimin gümbürtüsü dışarıdan duyulacak kadar hızlı çarpmaya başladı.
Alo Amca güler yüzlü bir adamdı… Şakacıydı da. İçten bir gülümsemeyle baktı bana, elini öptüm. Sonra hazırladığı kutuyu açtı, yeşil renkli Scrikss tükenmez kalemi verdi bana… Sanırım sevincimi, duygumu gördü, o da o an yaşamıştır bir çocuğu sevindirmenin mutluluğunu…
Yıllar geçti, o ilk tükenmez kalemim öğrencilikte her yıl yaşadığım göç nedeniyle kayboldu… Ama anısı hep benimleydi. O tükenmez kalemimi hiç unutmadım.
Okul bitti, çalışmaya başladım. Kalem tutkum hiç azalmadığı gibi, tam tersine daha da arttı. İlk işim o yeşil tükenmez kalemin benzerini aramak oldu. Sonunda buldum ve hâlâ saklıyorum.
Çeşit çeşit kurşun kalemlerim, renk renk tükenmez kalemlerim oldu. Evde ve işteki masam bu kalemlerle dolu. Çantamda ve ceplerimde de hep kalem vardır benim.
Kimi kullandığım, kimi henüz hiç kullanmadığım, kimileri ise kullanmaya kıyamadığım kalemler.
Bir dost gibi hep yanımda, evimde, işimde benimledir sevgili kalemlerim…