Geçen sezon ekranda heyecanla izlediğim bir dizinin adıydı 20 dakika… Bu kadar kısa sürede hapishaneden kaçış planı yapılıyordu.
Düşüncesi, planı ve süratle uygulanışı beni çok etkilemişti.
Benzerini, geçtiğimiz cumartesi Gençlerbirliği maçında yaşadım sanki…
Başkent deplasmanında, Bursaspor`un ikinci yarıdaki o ünlü 20 dakikalık futbolu bende damak tadı yarattı…
Alıştım, bu hafta Beşiktaş maçında da bu tadı doyasıya almak istiyorum.
Bu nedenle, maç yorumlarında ortaya koyduğum gözlemimi, izninizle tekrarlayacağım.
Bu etkili 20 dakika nasıl oluştu ? Soru böyle…
Önce; orta alanda, yani takımın kalbinde bir damar değişti. Holmen çıktı Ozan İpek girdi. Böylece Ozan Tufan orta alana gelerek, Belluschi`nin yükünü omuzladı. Arjantinli de, bunun rahatlığı ile, geriden daha rahat top aldı, hücum bölgesine, az hata ile topu geçirdi. Yani “final pasları”atmaya başladı. Onun bu etkinliği ile Josue, boşa çıkarak çok top kazandı ve neredeyse her dakika bir asistyaptı.
Bu arada, unutmadan, kenarda oynarken topla kavga halinde görünen Ozan Tufan, bu kez rakipleriyle boğuştu. İleriye süratle dripling yaptı ve ilk golde baş role soyundu. Volkan, tek kişilik oyunu bırakarak, orta alandaki üç arkadaşıyla tanıştı!
Bir tek değişiklik tüm takımı ateşledi.
Bir taşla iki derler ya, aslında tüm kuşlar vuruldu!
Sadede geliyorum…
Güneş, artık ideal onbiri aramamalı. Çünkü belli oldu. Serdar-Civelli ikilisini ancak sakatlık ve ceza ayırır.
Belluschi, Ozan Tufan olmadan soyunma odasına bile gidemez!
Deplasman, ya da iç saha farketmeden, gerekirse takım savunmasını bir kişi eksik yapma uğruna Josue oynatılır ve Portolu olmadan, olgun atak yapılamaz.
Çok iddialı bir yorum olduğunu ben de farkettim.
Ne yapayım Başkent`teki o müthiş 20 dakikayı unutamıyorum.
Bu da benim zaafım olsun.
Sürç-ü lisan ettiysem affola!
Ağzı olan konuşuyor !
Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav, Bursaspor karşısında alınan 2-1`lik yenilginin ardından sinirli bir şekilde soyunma odasına giderek “Mustafa Kaplan`ın görevine son verdim. Gerekirse takımı ben çalıştırırım”demiş.
Cavcav, hızını alamamış, Sergen Yalçın`a teknik patronluk teklif etmiş. Olmayınca da “Sergen Yalçın TRT`den ayda 200 bin TL alıyor. Ayrılık halinde 450 bin TL tazminatı var. Bize `bunu çözün geleyim` dedi. Biz de kabul etmedik” açıklamasını yapmış.
Neresinden tutsanız elinizde kalacak açıklamalar…
Önce, Gençlerbirliği`nin başında sahaya çıkan Mustafa Kaplan antrenör görünüyor. Bu birinci yanlış. Cavcav gerekirse takımı ben çalıştırırım diyor, diploma olmadan ne çalışabilir ne de sahaya çıkabilir bu da ikinci yanlış. Bazı işgüzar arabozucular, devre arası, Kaplan`a pusula göndererek, nasıl bir değişiklik yapması gerektiğini hatırlatmış. Bu da külliyen yanlış. Çünkü teknik direktörlüğü sadece sahaya takım sürmek olarak niteliyorlar…
Başkan İlhan Cavcav, Sergen`in aylık 200 bin lira kazancı olduğunu söylüyor… Buradaki yanlış daha vahim. Rakamı kastetmiyorum, üç aşağı beş yukarı bu miktardaki paraları TRT gibi kamu yayıncılığı yapan bir kuruluş nasıl dağıtıyor? Çünkü bütçesini oluşturan gelir kalemleri arasında bizim elektrik faturalarımızın kesintileri, dolaylı vergilerin şahı ÖTV`yi ödediğimiz her türlü harcamamız bulunuyor. TRT böyle elde ettiği geliri nasıl hesapsızca dağıtır anlamıyorum!
Bitmedi…
Sergen Yalçın ile birlikte program yapan Erman Toroğlu, bu gerçeği görmezden gelerek, TFF`nin oyunculara ödeyeceği primi sorguluyor. Sorgulamaya evet, ama devlet kasasından yüzbinler kazanan Toroğlu bu sorgulamayı yapacak en son kişi… Üstelik TFF özerk bir kurum ve bütçesinin önemli bölümünü TV gelirlerinden alınan pay ve sponsorlar karşılıyor.
Bunları gördükten sonra ne demeliyim bilemiyorum.
En iyisi “ağzı olan konuşuyor” diyelim ve geçelim.