Olay Gazetesi Bursa

Yitik zaman peşinde

Günümüzde gazeteler artık kağıt baskı üzerinden okunmak zorunda değil. Dijital olarak ekrandan da okunabiliyor ve bu tür okunmaların yüzdesi her geçen gün artıyor. Aynı durum kitaplar için de geçerli. Kindle, Kobo gibi “okuyucu”lar yoluyla internetten kitabı satın alıp üç dakikada “okuyucu”ya indirerek okumak mümkün. Ben yedi yıldır kitaplarımı ekran üzerinden böyle e-kitap olarak okuyorum. Özellikle […]

Günümüzde gazeteler artık kağıt baskı üzerinden okunmak zorunda değil. Dijital olarak ekrandan da okunabiliyor ve bu tür okunmaların yüzdesi her geçen gün artıyor. Aynı durum kitaplar için de geçerli. Kindle, Kobo gibi “okuyucu”lar yoluyla internetten kitabı satın alıp üç dakikada “okuyucu”ya indirerek okumak mümkün. Ben yedi yıldır kitaplarımı ekran üzerinden böyle e-kitap olarak okuyorum. Özellikle yabancı dil veya diller bilenler için “okuyucu” yoluyla kitap okumak birçok avantaja, kolaylığa sahip. 1980’li yıllarda Kindle veya Kobo gibi bir “okuyucu” olsaydı o cihazı alır, Marcel Proust’un “Yitik Zaman Peşinde” adlı yedi ciltlik nehir romanını en çok iki yılda bitirirdim, olmadığı için yirmi üç yılda bitirdim.

Bir cümlesinin iki sayfa sürebildiği, uzun cümleleriyle ünlü Marcel Proust’un romanının ilk cildini (*) 1984’de İngiltere’deyken almıştım. İstanbul’daki kitapçılarda daha sonraki ciltler yoktu. Milli Eğitim Bakanlığı’nın açtığı İngilizce yaz kurslarından tanıdığım İngiliz Ann Haznedar “İkinci (*) ve üçüncü ciltler (*) bende var ama Fransızca” deyince “Fransızca biliyorum, onları da İngilizce’den değil Fransızca’dan okurum!” diyerek alıp okumuş, sonra iade etmiştim. 1980’ler bitmiş, 1990’lar başlamış ama hala dördüncü cildi bulamıyordum. 1990 yılı Ağustos ayıydı. Akşam üzeri Ulu Cami’nin batı cephesine yakın Nargileli Kahve’de oturmuş gelen geçenleri sey­rediyordum. Yan masada oturan ve birbiri ardına çay içen bir turist kadın dikkatimi çekti. Canım kitap okumak istemediği için bir turistle konuşmanın ilginç olacağını düşündüm. Adının Mariette Messi, yaşının kırk altı olduğunu sonradan öğrendiğim bu bayan, 1.70’e yakın boyu, kısa saçları, kü­çük kahverengi gözleriyle bir sürü değişik görüntüler vermekteydi: Birincisi, gözlerinin altındaki halkalar ile boğazı ve kollarındaki kırışıklar onu yaşından bir hayli fazla gösteriyordu, örneğin elli beş gibi. İkincisi kırışıksız bir alın ile yüzünün düzgün cildi bu kez onu “otuzlarda bir kadın” kategorisine sokuyordu. Üçüncüsü, konuşurken gözlerinin ve yüzünün aldığı iyimser ve güleç ifade, insana adeta “Bu, genç bir kız!” dedirtiyordu…

Hayatından anlattı bir süre Mariette Messi: “Yirmi iki yaşımdayken bir hava pilotuyla ev­lendim. Henüz üç aylık evliydik ki kocam, uçağının infilak etmesi sonucu öldü. Ben de o sıralar hava kuvvetlerinde çalışıyordum. Bu benim için büyük bir şok oldu, yedi sekiz sene dünyayı gözüm görme­di. Otuz yaşımdayken bir Yahudi Tıp öğrencisiyle yaşamaya başla­dım. İkimiz de sinirliydik ve huylarımız birçok konuda birbirine benziyordu. Ama fikir yönünden o bana bağımlıydı. Beraberliğimiz üç yıl sürdü. Bir gün bana ‘Defol, git buradan! Seni görmek istemiyorum!’ diye bağırdı. Zaten o sıralarda ruhi bunalım geçiriyor­du ve bir iki kez intihar girişiminde bulunmuştu. Ben de on altı ya­şımdayken intihara teşebbüs etmiştim. Sebep, aile baskısıydı, işte ‘Niye eve sekizde gelmedin? Niye geç kaldın?’ gibi şeyler. Yahudi gençle aramız bozulduğunda sene 1973 idi. Bir hava değişikliğine ihtiyacım vardı, o durumda bir aylığına Türkiye’ye gelmiştim. Döndüğümde Yahudi gencin bir başkasıyla evlenme aşamasına girdiğini öğrendim, Yani, bunalım sonucu karşısına çıkan ilk kıza evlenme teklif etmiş. Düğün salonuna ben de gittim. Tabii, davetliler Yahudi gençle benim evleneceğimi sanarak beni tebrik etmeye başla­dılar. Ama damadın kolunda başka bir kız görmek davetliler üstünde derin bir şaşkınlık yarattı. Benim orada bulunabileceğimi hiç ummayan Yahudi genç, beni görünce müthiş şoke oldu ve gelini bırakarak, ‘Ben bununla evlenmem!’ diye tutturdu. Neyse sonunda zar zor onu ikna ettiler. Ama öylesi bir evlilikten hayır gelmedi ve kısa zamanda boşandılar. Yahudi doktor, şimdi Hollanda’da olduk­ça tanınan biri. Ben bir evliliği yürütebileceğime kanaat getiremiyorum; açıkcası, birlik­te yaşanması zor biriyim. Bir kere çok sorarım: Niçin? Nasıl? vs. Bende çocukça yanlar vardır, herhalde bunları babamdan miras almışım, zira o çok çocukça tavırlar sergileyen bi­riydi.”

Dille, edebiyatla da yakından ilgili olduğunu öğrenince sohbetimiz daha da koyulaştı, söz Marcel Proust’un nehir romanının dördüncü cildini bulamadığıma geldi. “Merak etmeyin ben Hollanda’ya dönünce onu alır, size gönderirim” dedi ve sözünde durdu, dördüncü cildi (*) de öylece okumuş oldum. Doksanlarda beşinci cildi (*) İstanbul’da bir sahafın tozlu raflarında buldum. İkibinli yıllarda arayışım sürdü ama İngilizce veya Fransızca’dan o ciltleri bir türlü edinemedim. 2007’de altıncı (*) ve yedinci (*) ciltleri Yapı Kredi yayınlarında basılmış görünce onları da Türkçe’den okuyarak Proust’un nehir romanını bitirmiş oldum…

“İstikameti olmayana rüzgar ne yapsın!” diye bir söz var, istikametiniz varsa esen rüzgar size yardımcı olur…

Yedi cilt: 1 Swannların Tarafı, 2. Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, 3. Guermantes Tarafı, 4. Sodom ve Gomorra, 5. Mahpus, 6. Albertine Kayıp, 7. Yakalanan Zaman