Olay Gazetesi Bursa

Şaşırtmaca

Hayatta bazı olaylar yıllar geçse de unutulmaz. Yaşandıkları sırada onlar sıkıntı verirler, can sıkarlar ama belli bir zaman sonra o can sıkıntısı yerini başka duygulara bırakır. Aşağıdaki hikaye buna bir örnektir diye düşünüyorum. Yıl bin dokuz yüz seksen üç, aylardan Mayıs, yer Hayrabolu, hava da güneşli ve güzeldi. Yemekten sonra kafamda iki şey vardı. Biri […]

Hayatta bazı olaylar yıllar geçse de unutulmaz. Yaşandıkları sırada onlar sıkıntı verirler, can sıkarlar ama belli bir zaman sonra o can sıkıntısı yerini başka duygulara bırakır. Aşağıdaki hikaye buna bir örnektir diye düşünüyorum.

Yıl bin dokuz yüz seksen üç, aylardan Mayıs, yer Hayrabolu, hava da güneşli ve güzeldi. Yemekten sonra kafamda iki şey vardı. Biri saç traşı olmak, diğeri de parka gidip Kafka’nın Şato adlı kitabını okumaya devam etmekti. Beş yıldır saç traşımı yapan benden on yaş büyük, seyrek saçları yana taralı, al yanaklı, tıknaz berberimin dükkanına girdiğimde onu iskemlede oturan gençten birine kaykılarak oturduğu sandalyesinden hararetle bir şey anlatırken buldum. Yanlarındaki sehpada biri boşalmış, diğeri yarıya kadar dolu iki bira şişesiyle iki bardak vardı. Beni görünce ayağa kalktı, hal hatır sordu, ardından “Yılmaz benim köylüm olur,” diyerek önce genç adamı sonra da “Hocamız lisede öğretmen, benim oğlanların ikisini de okuttu,” diyerek beni tanıttı, selamlaşıp tokalaştık. İki koltuktan kapıya yakın olanına oturdum, kitabımı aynanın önüne koydum. Berberim dolaptan beyaz örtüyü çıkardı, dikkatli bir şekilde üzerime geçirdi.

“Yılmaz ile çoktandır görüşememiştik, severim kendisini, mert çocuktur. Yemeği Kervan’da yedik, epeyce rakı içtik, şimdi de birayla devam ediyoruz. Doldurayım mı sana da bir bardak ?” dedi. İçmeyeceğimi söyleyerek teşekkür ettim.

Berberim saçımı ıslatıp fırçaladıktan sonra makası çalıştırmaya başladı. Birkaç tutam saç önlüğümün üstüne düştü. Birasından bir yudum alıp bardağı sehpanın üstüne koyan Yılmaz ekşi bir yüz ifadesiyle kendisinin tüm muhalefetine karşın babasının çiftçiliğin artık öldüğünü, paranın ticarette olduğunu söyleyerek epey toprak sattığını, balıklama ticarete atıldığını sonra iflas ettiğini, iş işten geçtikten sonra pişman olduğunu, “Ah oğlum keşke senin sözünü dinleseydim!” dediğini anlattı. Berberim traşı bıraktı, bu kez o aldı sazı eline, Yılmaz’a babası Hüseyin ağayı iyi tanıdığını, onun hep dürüst davrandığını ama bizde dürüstlüğün gitmediğini, yamuk gitmek gerektiğini, yamukluğun daha makbul olduğunu söyledi. “Yamuk gideceksin ha!” demekten kendimi alamayan ben berberimle aynı fikirde değildim ama o daha fazla söz söylememe fırsat bırakmadan yamukluk üstüne bir anekdot anlatmaya başladı, orda yirmi sene önce Silivri Pazarı diye büyükçe bir dükkan açıldığını, dükkan sahibinin kendisine traşa geldiğini, bir gün onun “Bir elemana ihtiyacım var, bana iyi birini bulabilir misin?” diye sorduğunu, bunun üzerine o sırada boşta olan Zekeriya adlı dürüst, namuslu, dobra birini tavsiye edip yanına gönderdiğini, birlikte çalışmaya başladıklarını, işlerin iyi gittiğini, dükkan sahibinin tıkırının yerinde olduğunu, daha fazla müşteri çeksin diye adamın bu kez bir de kadın eleman çalıştırmaya karar verdiğini, bunun böyle küçük bir yerde nerdeyse ilk kez rastlanan bir şey olduğunu, neticede güzel bir kadının Zekeriya’nın yanında çalışmaya başladığını, dükkan sahibinin bir süre sonra kadına sulandığını, sarkıntılık ve taciz peşinde koştuğunu ama Zekeriya’nın hep kadını koruduğunu, ona geçit vermediğini görünce sonunda Zekeriya’yı işten çıkardığını, dürüst olmayıp yamuk gitseydi Zekeriya’nın işini kaybetmeyeceğini, piyasanın da böyle olduğunu, sen kazıklamazsan başkalarının seni kazıklayacağını, dürüst Hüseyin ağanın böyle bir ortamda iş yapamayacağını anlattı. Birkaç dakikadır traşı bırakmış olduğunu farkedip bana döndü, tarakla makası çalıştırdı, bir tutam saç daha önlüğüme düştü. Yılmaz izin isteyip kalkınca berberimle yalnız kaldık. Birasından bir yudum daha aldı sonra :

“Hocam, sen bira içmedin, bari cin iç! Hayır mayır kabul etmem, içeceksin, ona göre!” dedi.

“Ne olur israr etme, benim pek içkiyle aram yok. Parka gidip kitap okuyacağım, traşı yap yeter!” dedim kitaba vurgu yaparak.

“Senin elinde hep kitap var. Niye ki ? Bilgini çoğaltmak için mi ?” diye sordu yanıma yaklaşarak. Nefesi anason kokuyordu.

“Aslında sorduğun soru cevabı da içinde taşıyor, okudukça insanın bilgisi çoğalıyor gerçekten. Aile, iş ve sosyal hayatta yaptığımız hatalar, yanlışlar önemli ölçüde bilgi eksikliğinden geliyor. Hüseyin ağanın iflası da bana kalırsa dürüstlüğünden değil de ticari bilgisinin azlığından oldu. O nedenle seviyorum okumayı ve bilgimi çoğaltmayı” dedim.

“Bende okuma yok, içki var. Akşamları iki tek atmadan yatmam,” dedi ve dolabın alt gözünü açtı. Koltuğumdan aşağı doğru baktığımda cin, bira ve likör şişeleriyle dolu bir dolap gözüyle karşılaşmak beni hayretler içinde bıraktı. O ruh hali içinde ağzımdan :

​”Oh oh, dükkan dükkanlıktan çıkmış, meyhaneye dönmüş vallaha!  Senin içkiye böyle düşkün olduğunu bilmezdim. Niye burada bu içkileri bulunduruyorsun ki?”

​”Hep zaman geçirmek için. Sen can sıkıntısı nedir bilmez misin?” dedi berberim gözlerini gözlerime dikerek. Birşey demediğimi görünce tarakla makası eline aldı, kırt kırt biraz daha kesti, düşen saçlar önlüğüme yayıldı.

“Ama iş saatlerinde içilmez ki. Bak, ellerin titriyor. Doğru dürüst traş et de öğrenciler üstüme gülmesinler sonra!”

​”Sen hiç merak etme, gözü kapalı da olsa yaparım traşı, eller artık otomatikleşmiş” dedi berberim ve makası çalıştırmaya devam etti. Birkaç dakika hiç konuşmadı, öne, arkaya, yana giderek saçımı kırptı durdu. Fakat traşı hiç de öncekiler gibi değildi, hareketlerde bayağı zorlanıyordu. Nitekim beş dakika olmadan yorulduğunu anlayıp durdu. Bir elinde makas, öbüründe tarak, “eller yukarı” bir vaziyette bana bakarak :

​”Hocam bak, sen iki saate yakındır buradasın, bir müşteri geldi mi? Zaten burası avuç içi kadar bir yer. Eh, akşama kadar da bir şey içmeden durulur mu ? Eskiden müşteri boldu, şimdi nereye gitti bu müşteriler, anlamış değilim. Hele sakal traşı olanlar hepten ortadan kayboldular!” dedi.

Karşımda hareketleri yavaşlamış, dili peltekleşmeye yüz tutmuş bir berber vardı, sanki farklı dilleri konuşuyorduk ve düşüncelerimiz ters istikametlerde yol alıyordu.

“Hadi, rica ediyorum, bitir artık şu traşı!” dedim yalvarırcasına. Onu yeteri kadar iyi tanıyordum, konuşmasını, oturup kalkmasını bilen bir insandı ama içkili haliyle ilk kez karşılaşıyordum. Farklı tellerden çalıyorduk. Durum böyle olunca da ne ben ona ne de o bana meramını anlatabiliyordu. Ben bir an önce traşı bitirmesi için çabalarken o “Bira içmedin bari cin iç…Cin içmedin bari likör iç… Burada içmiyorsun bari al şu likör şişesini evde iç!” diye israr ediyor, beni bunaltıyordu. O, aradan geçen süre içinde iyice kafayı bulmuştu ve yaptığı iki hareket beni koltuğumdan kaldırtmıştı. Birincisinde kitabımı eline almış, iğreti bir şekilde tuttuğu kitabın kapağı cart diye kopmuş, kitabın gövdesi yere düşmüştü. İkincisindeyse bana uzattığı cin bardağı titreyen ellerinden kaymış, yan yatan bardak gömlek ve pantolonumu ıslatmıştı. İkincisinde telaşa kapılmış, havluyla gömleğimi ve pantolonumu kurulamaya çalışmış, özür dilemiş, sonra ne yapacağını bilmez bir halde durmuş, sonunda aynanın önünde duran likör şişesini almış, kapıya doğru yürümüş, bir süre dışarı bakmıştı. Ben de o arada koltuğumda oturmuş, aynada yarısı traşlı yarısı traşsız kafama bakıyordum. Berberim dışarda gördüğü birini çağırmış, kapıya gelen şahsen tanıdığım serseri tipli birine likör şişesini vermiş, “Git, bunu iç!” demişti. Serseri tipli gitmeden önce bana bakmış, gözlerinden beni tanıdığını gösteren ışıltılar çıkmıştı. Berberim döndüğünde ben önlüğü üstümden çıkarmıştım bile. Bu duruma çok şaşırdığı gözlerinden belliydi :

“Otur be hocam, az kaldı, şimdi bitireceğim, söz!” dedi kelimeleri peltek ve yayvan bir şekilde telaffuz ederek. Bununla da kalmadı ve tekrar koltuğa oturmam için elimden tutmaya çalıştı.

“Bak, ben seni bilmiyor değilim, beş yıldır senin müşterinim. Bugün içkilisin, önce kitabımın kapağı yırtıldı, sonra da cin döküldü üstüme. Bunlar iyiye işaret şeyler değil. Şimdi devam etsek belki titreyen elinle makası kazara gözüme sokarsın, o zaman da hastahanelik olurum. İyisi mi bu kadarla kalsın. Yarın tekrar geleceğim, o zaman bitirirsin, bu nedenle şimdi parayı vermiyorum, hadi eyvallah! Ama ne olur bir daha iş saatlerinde içme!” dedim ve elimde kapağı kopmuş kitabımla dışarı çıktım. Gömlek ve pantolon değiştirme fikri kafamda baskın çıkınca park yerine evin yolunu tuttum. İçeri girdiğimde eşim :

“Çabuk geldin, ben hava kararınca gelirsin sanıyordum” dedi. Karşılık vermediğimi, durgun halimi görünce beni tepeden tırnağa bir süzdü. Saçlarımın haline, ıslak gömleğim ve pantolonuma bakarak açıklama istedi. Anlattım, önce berbere tepki gösterdi, sonra da kıkır kıkır güldü. Mutfağa giderken :

​”Canım olan olmuş artık. Hadi üstündekileri bir değiştir, bak börek yaptım, şimdi bir çay koyarım, kahvaltı türü bir şeyler yeriz, sonra bir başka berbere gidersin!” dedi.  Kafam o kadar dalgalıydı ki bu sözler bana çok hikmetliymiş gibi geldi. “Bana kalsa bunları asla akıl edemezdim” diye düşündüm bir an. Üstümü değiştirdim, Börekle birlikte çayın verdiği sıcaklık içimi tatlı bir şekilde ısıttı.

Dışarı çıktığımda berberimin dükkanına yakın olmayan bir başka berber aradım, sonunda hastahaneye yakın bir dükkan buldum. Berber otuz yaşlarında, kaşları bitişik, çıkık elmacık kemikli, sivri çeneli, esmer biriydi. Hemen traştaki tuhaflığı gördü.  “Kim traş etti?” diye sordu. Berberimin adını vermedim, onu kötü bir berber olarak göstermek doğru olmazdı. “Herzaman traş olduğum berber kapalıydı.  Evimize yakın yeni açılan bir berbere gittim, acemiymiş” dedim, yani yalan söyledim. “Nerde?” diye sordu, “Uzunköprü caddesinde” dedim. Koltuğumda rahat bir şekilde oturmam daha beş dakikayı geçmemişken :

​”Sen iki saat önce pazaryerindeki dükkanda traş oluyordun, ne iş bu?” diyen bir sesle irkildim. “Hep böyle iki defa mı traş olursun aynı gün?” diye devam etti ses. Kim bu diye başımı çevirdiğimde açık kapıda dikilmiş duran serseri tipliyi görmek bir anda kimyamı değiştirmeye yetti. Pazaryeri diyerek yalanımı ortaya çıkarmış, beni yalancı durumuna düşürmüştü.

“Sana ne ! Kimsin sen ya ! Çek git buradan ! Hadi, hadi, durma git !” dedim öfkeyle.

“Gitmesem ne olacak, beni mi kovuyorsun?” dedi serseri tipli alaycı bir gülüşle. İçkili oluşunun tesiriyle kelimeler ağzından yavaş yavaş çıktı, toparlamakta zorluk çektiği belliydi.

Bir iki adım attı, sağ elinin işaret parmağını bana doğru sağa sola sallamaya başladı. Adamı tanımadığımı anlayan berber araya girdi:

“Laf anlamıyor musun sen? Bak, ben sinirli adamım, sabrımı taşırmadan terk et burayı!”  dedi bağırarak.

Serseri tipli bir an kararsızlık geçirdi. Berberin tehdit edici tavrı etkili olmuş gibiydi. Ayrılmak için bir adım attı, sonra durdu, berbere dönerek “Hıyarlık etme lan!” dedi yayık bir sesle.

O söz berberin tepesini attırdı. Yürüdü serseri tiplinin üstüne hışımla, önce yakasından tutup sağa sola sarstı onu. Dengesini kaybeden serseri tipli kapaklanacakken berber onun kapıyı camı kırması ihtimalini düşünerek ilkin düşmesini önledi, sonra kolundan tutarak savurdu. Elektrik direğine çarpmasa düşeceği kesindi. Düşmekten kurtuldu ama çarpmanın verdiği acı yüzünün çizgilerini bir anda değiştirdi. Nefesi sıklaşmış, göğsü inip kalkıyordu. Çevredeki dükkanlardan çıkanlar ile yoldan geçenlerin dikkatinin üstünde toplandığını görmek de hoşuna gitmedi serseri tiplinin. Pabucun pahalı olduğunu sonunda anlamıştı. Az sonra hiçbir şey söyleyemeden ayağını sürüyerek uzaklaştı.

Yanıma dönen berber ​”Ne lanet adammış be, yok yere elimden kötü bir şey çıkacaktı. Onunla tanışıklığınız var zannettim önce. Yoksa daha önce atardım dışarı. Böylelerine anladıkları dilden konuşacaksın!” dedi sinirli bir şekilde. Sonra “Kusura bakmayın, bir sigara içebilir miyim? Bu arada siz de bir çay için!” dedi.  Ben çayımı içerken o da ileri geri yürüyerek sigarasını tüttürdü. Dönünce traşı bitirmesi on dakika bile sürmedi. Ayrılırken teşekkür ettim, “Benim yüzümden başın belaya girebilirdi !” dedim, bir şey söylemedi, iki elini yana açarak gülmekle yetindi.

Dışarı çıktığımda hava kararmaya yüz tutmuştu. Kafam yırtılan kitap kabı, Kafka, berberim, içki dolabı, yarım kalan traş, ikinci berber, yalan söyleme, serseri tipli adam, dükkanda itişme gibi bir sürü imgeyle dolu bir halde eve doğru yürüdüm…