Olay Gazetesi Bursa

Kısır döngü

Öğretmenseniz belleğinizde iz bırakan öğrenciler mutlaka olmuştur. Bu öğrenciler değişik yönleriyle sizde yer etmişlerdir. İşte bunlardan biri: 2005’te çalıştığım dershanede üniversite sınavına İngilizce’den girecek ikisi erkek, altısı kızdan oluşan bir sabahçı grubum vardı. Mart geldiğinde Ekim’den beri sıkı bir çalışma içindeydik. Konu anlatımları, onlarla ilgili testler, sınavlar derken Haziran’a çok bir zaman kalmamıştı. Grubum fena […]

Öğretmenseniz belleğinizde iz bırakan öğrenciler mutlaka olmuştur. Bu öğrenciler değişik yönleriyle sizde yer etmişlerdir.

İşte bunlardan biri:

2005’te çalıştığım dershanede üniversite sınavına İngilizce’den girecek ikisi erkek, altısı kızdan oluşan bir sabahçı grubum vardı. Mart geldiğinde Ekim’den beri sıkı bir çalışma içindeydik. Konu anlatımları, onlarla ilgili testler, sınavlar derken Haziran’a çok bir zaman kalmamıştı. Grubum fena değildi ama bir kız öğrenci vardı ki haftalardır kafamı karıştırıyordu. Minyon bir kızdı, derslerde dalgalı bir seyir izliyordu. Testlerde, sınavlarda bir gün en az yanlış onun kağıdında çıkıyordu, bir başka günse en çok yanlış yine ondaydı. Bir gün iki yan cümle içeren zor bir cümlenin çözümlemesini kim yapar diye sorduğumda en iyi çözümlemeyi o yapıyordu, bir başka günse tahtaya o zor cümleye yakın bir cümle yazdığımda bu kez ondan olumlu bir yanıt gelmiyordu. Öğrencimde potansiyel vardı ama istikrar yoktu. Mart başında bir gün etüt yaparken bu konuyu açmaya karar verdim:

“Bakıyorum, derslerde ‘bir gün iyi- iki gün iyi değil’ gibi bir seyir izliyorsun. İyi olduğunda grupta üstüne yok, iyi olmadığındaysa tam tersi. Haziran’a az kaldı. Bu kısır döngüyü kırmamız lazım. Önce ‘iki gün iyi-bir gün iyi değil’, sonra da ‘üç gün peşpeşe iyi’ durumuna geçmemiz, bir istikrar yakalamamız gerekiyor. Bunu yakaladığımızda önün açık. Sana inanıyor ve güveniyorum. Niye bir gün iyisin de iki gün iyi değilsin? Bir sebebi olmalı bunun. Aramızda kalacak, nedir sebep?” diye sordum. Yanıt vermekte duraksadığını görünce “İstemiyorsan yanıt vermeyebilirsin!” dedim. Yüzünün renginin değiştiğini fark ettim. Konuşmaya başladığında sesinin rengi de değişmişti:

“Bir taciz olayı yaşadım. Psikolojim bozuldu, ağlama krizlerine girdim, uyuyamaz oldum. Uyku hapları kullanmaya başladım. Derse uykusuz gelmişsem kafam kazan gibi, bir şey anlayamıyorum, kafa yoramıyorum, kafam sanki çatlayacak, o zaman rastgele bir seçeneği işaretliyorum” dedi. Bunları söylerken gözleri nemlenmişti.

“Anlıyorum. Psikolojik bir desteğe ihtiyacın olduğunu düşünüyorum. Ailene seni bir psikiyatriste götürmelerini söylesene.”

“Ne ben onu söyleyebilirim ne de onlar beni götürürler!” dedi kesin bir ifadeyle.

“Niye öyle söylüyorsun? Neden seni götürmesinler ki? Benim sende gördüğüm durumu onlar görmüyorlar mı?” diye sordum. Duraksadı, konuşmadı bir süre. “İstemiyorsan bu soruma yanıt vermeyebilirsin!” diye ekledim. Son cümlem birincide olduğu gibi bunda da işe yaradı ve konuşmaya başladı:

“Evde huzur yok ki” dedi ve bazı şeyler anlattı. “Bu durumda bir de ben sorun olarak karşılarına çıkarsam ne olur bilmem” diye de sözlerini bitirdi. Dedikleri bana mantıklı geldi. Bir süre konuşmadık. Sessizliği bozan ben oldum:

“Bak, geleceğin söz konusu. Tacize uğrayan ilk kişi sen değilsin, son kişi de sen olmayacaksın. Geçmişe takılıp kalmayalım. İçinde olduğun kısır döngüyü aşarsan bir yeri kazanman büyük ihtimal, aşamazsan kazanman bir hayal. Senin durumun kafamı çok meşgul ediyor. Madem ailen seni götürmeyecek, o zaman seni psikiyatriste götürme işini her yönüyle ben üstlenmek istiyorum. Randevu alırız, yakın zamanda bir akşam seni arabamla alır, muayeneden sonra da evine yakın bir yerde seni bırakırım. Teklifime ne diyorsun?”

Beklentimin aksine ne evet ne de hayır dedi. Bunun üzerine üçüncü kez:

“İstemiyorsan teklifime şimdi yanıt vermeyebilirsin” dedim. “İki gün sonra dersimiz var, o gün söylersin!” diye ekledim.

Salı gününü merakla bekledim. Ders bitiminde geldi yanıma, biraz mahcup “Kabul ediyorum hocam!” dedi. Pek sevindim, hemen bir öğretmen arkadaşın çok övdüğü bir psikiyatristin adını ve telefon numarasını aldım, verdiği numarayı aradım, sekretere hafta içinde bir randevu almak istediğimi söyledim. “Ancak kırk gün sonrasına verebilirim, çok dolu doktor bey” dedi, ısrarım, üstelemem karşısında “Gelmeyen biri olursa sizi onun yerine alabilirim!” demekle yetindi. Ne var ki kırk gün sekreterden beklediğimiz telefon gelmedi.

Nisan ortasında öğrencimi kararlaştırdığımız yerden aldım. Heyecanlıydı, üstünde siyah bir bluz, siyah bir kot pantolon vardı. Onunla beraber ben de girdim içeri. Psikiatrist kısa boylu, kısa saçlı, kırk yaşlarındaydı. Bana birkaç soru sordu, iki üç dakika içinde onu neden getirdiğimi anlattım. Teşekkür edince çıktım dışarı. Öğrencim kırk dakika kaldı içeride. Dönerken arabada:

“Daha çok ben konuştum. Kendimi tam ifade edebildim mi bilmiyorum. Ama böyle bir şeye ihtiyacım vardı, rahatladığımı hissettim. On ay süreyle kullanmam için hap verdi” dedi.

Dershanede sonraki günlerde yeri geldikçe durumunu sordum. İlkinde “Uyku sorunum sürüyor ama artık ağlamıyorum!” dedi, ikincisinde “İlaçları düzenli kullanıyorum, iyiyim, uykularım da daha iyi!”, üçüncüsünde “Uyku sorunum kalmadı, gülmeye de başladım!” dedi. Zaten ilerleyen haftalarda “Bir gün iyi-iki gün kötü” kısır döngüsünü kırıp “üç gün peşpeşe iyi” döngüsüne girince performansı yükseldi, girdiği sınavda iyi bir puan çıkardı ve istediği fakülteyi kazandı.

Dershaneye teşekküre geldiğinde minik bir dokunuşun, ufak bir itmenin nasıl bir fark yarattığını görmekten büyük bir sevinç duydum…