Emekli ziraat mühendisi Muhammed Ertaş‘a bir gün “İki şeyin hikayesini dinlemeyi çok severim. Biri kişinin bir takım tutmasına kim ve ne sebep olmuştur, ki camcı Selo ‘Balkondan bana Beşiktaş’ı soran bir kız yüzünden Beşiktaşlı oldum,’ demiş, onun hikayesini anlatmıştı. Diğeri de bir kişinin tiryakiyken sigarayı nasıl bıraktığının hikayesi. Siz bir zamanlar çok içerken sigarayı nasıl bıraktınız?” diye sordum. Önce yüzünü bir gülümseme kapladı sonra anlatmaya başladı Muhammed Bey:
“Şeker fabrikasında çalışırken getir götür işlerine bakan safça, kafası pek çalışmayan bir eleman vardı. Sabahları geldiğinde ağzından çıkan laf genelde moral bozucu, kötü bir haber olurdu. Dolayısıyla onu sabahları gördüğümde aklıma ilk gelen ‘Bakalım moral bozucu ne söyleyecek bugün?’sorusu olurdu. Yine bir gün geldi bu ‘Ben bir aydır sigarayı bıraktım, daha da içmem gayrı!’ dedi gururlanarak. O anda elimde sigara vardı, ona baktı manalı bir şekilde, çekti gitti. O gün bu haber beni çok düşündürdü. Kendi kendime ‘Şu kafası çalışmayan adama bak, sigara bırakma iradesini gösteriyor, daha da içmem gayrı diyor. Onda bu irade varken bende niye yok?’ diye gün boyu kendimi yedim durdum. Akşam işten ayrılırken ‘Ben bu adamdan geri kalırsam yuh olsun bana!’ dedim, çekmecedeki sigaraları aldım, hepsini ufalayıp çöpe attım, yirmi yıldır bir daha da ağzıma sigara koymadım.”
İtalyan kadın yazar Elena Ferrante de takım tutma veya sigara bırakma konusunda değil ama kızıma kitap okumayı sevdirmede büyük rol oynadı. Ben ve eşim elli yıla yaklaşan evlilik hayatımızda kitap okumayı hiç bırakmadık ama kızım bu konuda istediğimiz gibi değildi. Okul yıllarında az da olsa okurdu ama çalışma hayatına başladıktan sonraysa gariptir kitap neredeyse yaşamından çıktı. Ellerinde kitap olan bir anne babanın yanında kitaba uzak bir evlat resmi içimi az acıtmazdı. Nadiren kitap aldığını görürdüm ama “Hangi kitabı alsam?” diye bana hiç sormazdı. Başkaları kitap konusunda benden tavsiye almak isterlerken kızımın böyle bir istekte bulunmaması, niye saklamalı, beni üzerdi. Bunu ona söylediğimde “Ben kendim kitap seçmeyi daha çok seviyorum” derdi. Kendi aldığı kitaplarsa kişide kitap sevgisi, okuma alışkanlığı uyandıracak türde değildi. Onlara başlar, en çok yirmi otuz sayfa okuduktan sonra bırakırdı. Sadece İngilizce seviye kitapları almamı ister, üçer beşer yıllık aralarda onlara dönerdi. Epey bir devamlılık sağladığı bir dönemde Paola Coelho’nun “Simyacı” kitabını seviye kitabından değil orjinalinden okumuştu. Sonra bırakmış, İngilizcesi de haliyle gerilemişti.
2023 Temmuz ayında eşime kütüphaneden aldığım kitaplardan biri Elena Ferrante‘nin “Yetişkinlerin Yalan Hayatı” idi. Kızım da nasıl olduysa “Yetişkinlerin Yalan Hayatı” romanını okudu, sevdiğini söyledi. Biz daha önce Elena Ferrante’nin Napoli Dörtlüsü‘nü (*) okumuş, pek sevmiştik. Eşim “Ona da kütüphaneden Napoli Dörtlüsü’nü yeniden alsak mı?” diye sordu. “Alalım, belki okur,” dedim. Okudu ve o da dörtlü seriyi çok sevdi. Kısaca Elena Ferrante kızımda sönmüş durumdaki okuma sevgisini yeniden alevlendirdi. Temmuz 2023’den bu yana her ay ortalama altı kitap okudu. Günde biri İngilizce, biri Türkçe, biri de Kobo’da bir e-kitap olmak üzere üç kitap okur hale geldi. Dün kütüphaneden aldığımız kitapların sonuncusunu bana verirken:
“Baba, yarın yeni kitaplar almayı unutma! Ben artık kitapsız yapamam!” dedi. Bu cümle beni pek sevindirdi, mutlu etti…