Olay Gazetesi Bursa

Çardakta otururken

2012 yılı Şubat ayında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne göz muayenesi için gitmiştim. Sırada bekleyen çoktu, içeri girmem epey sürecekti, bu nedenle dışarda durayım dedim. Hava kış olmasına karşın ılıktı. Çardakların olduğu yere gittim, hepsi doluydu, en tenhasında iki kişi vardı, oraya yöneldim. Kaba saba görünümlü bir gençle elli yaşlarında iyi giyimli bir adam konuşuyorlardı. Selam […]

2012 yılı Şubat ayında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne göz muayenesi için gitmiştim. Sırada bekleyen çoktu, içeri girmem epey sürecekti, bu nedenle dışarda durayım dedim. Hava kış olmasına karşın ılıktı. Çardakların olduğu yere gittim, hepsi doluydu, en tenhasında iki kişi vardı, oraya yöneldim. Kaba saba görünümlü bir gençle elli yaşlarında iyi giyimli bir adam konuşuyorlardı. Selam verdim, oturmak için izin istedim. İkisi birden “Tabii ki” anlamında el işareti yaptılar sonra kesintiye uğrayan konuşmalarına devam ettiler. Kaba saba görünümlü genç adam ne olduğunu bilmediğim bir rahatsızlık konusunda anlatıyor, ayrıntılar veriyor, uzman gibi konuşuyordu. Bu bana biraz tuhaf geldi, “Bu kaba saba gençten bu sözleri duymak ha!” dedim içimden. Gencin anlattıklarından etkilenen iyi giyimli ona adını, yaşını ve işini sorunca “Adım Şenol, yaşım otuz iki, inşaat sektöründe çalışıyorum” dedi. Sohbet başka konulara kaydığında Şenol’un yaptığı yorumlar hiç de o rahatsızlık hakkında yaptığı açıklamalardan kalite olarak geri değildi. Söz bir ara döndü dolaştı sohbete geldi, Şenol sohbet için evliliği örnek gösterdi “Eğer eşinizle sohbet, muhabbet edemiyorsanız, o sıcaklığı yakalayamıyorsanız o evlilikten hayır gelmez!” dedi. Elli yaşındaki iyi giyimliden duymayı bekleyeceğim sözlerin ondan gelmesi beni az şaşırtmadı. Bir süre sonra iyi giyimli kalktı, onunla tokalaşarak, bana el sallayarak ayrıldı. Şenol ile yalnız kalmıştık.

“Konuşmalarınıza kulak misafiri oldum. Söylediklerin, anlattıkların beni heyecanlandırdı, bir rahatsızlık hakkında bir uzman gibi ayrıntılı bilgiler verdin, diğer konularda da filozofca konuştun. Seni tebrik ediyorum. İki şey soracağım. Birincisi o rahatsızlık ne?” dedim.

“Protein kaçağı. Adam on dört yaşındaki oğlunun sekiz yıldır bu rahatsızlıkla uğraştığını söyledi. O konuda bilgi verdim.”

“İtiraf edeyim ki protein kaçağı diye bir rahatsızlığı ilk kez duydum. Nasıl bu denli ayrıntılı bilgi edindin ki o konuda?”

“Bende de o rahatsızlık var, hem de epeyce bir süredir, doktora, hastahaneye git gel rahatsızlık hakkında bilgi sahibi oldum.”

“Ama neden adama sende de o rahatsızlığın olduğunu söylemedin?”

“İçimden gelmedi” dedi.

“Şimdi ikinci sorumu sorayım. Diğer konulardaki konuşmaların da dikkatimi çekti. Onlarda da hiçbir falso, açık görmedim. Buna ne diyeceksin?”

“Orta okuldayken bir Türkçe öğretmenimiz vardı, ondan çok etkilendim. Beni sosyalleştiren, girişken biri haline getiren o öğretmenimi hiç unutamam. Onun anlattıkları bende bambu ağacına benzer bir etki yarattı. Bambu tohumu ekersiniz toprağa, dört beş yıl bakarsınız, su verirsiniz ama bambu hep toprak altına doğru kök salar, hiç toprak yüzüne çıkmaz. Ama dört beş yıl sonra dışarı bir çıkar, bir ayda on beş yirmi metre yüksekliğe ulaşır. İşte öğretmenimin bendeki etkisi de böyle oldu, anlattıkları içimde birikti birikti sonra su yüzüne çıktı.”

Protein kaçağından sonra bambu ağacının özelliğini başta kaba saba diye gördüğüm bu genç adamdan öğrenmek onu gözümde biraz daha yükseltti.

“Öğretmeninin adını hatırlıyor musun?”

“Tabii ki hatırlıyorum, Mehmet Küçük.”

“Mehmet Küçük’ü tanıyorum. Onunla aynı okulda, Çelebi Mehmet Lisesi’nde görev yaptık. Bir meslektaşımın senin belleğinde bu denli güzel bir yer etmesi beni pek sevindirdi.”

Mehmet Küçük’ün adını benden duyduğunda Şenol’un gözleri birden parladı. Bana onun hakkında sorular soracağını beklerken uzaktan seslenen bir kadın sohbetimizi bıçak gibi kesti. Şenol elimi kuvvetle sıkarak tokalaştı, hızlı adımlarla uzaklaştı. Ben de az sonra sıra azalmıştır diye hastaneye doğru yürüdüm…