Bazı yazarlar vardır insanda tiryakilik yaratırlar. Bir iki kitabını okursunuz “Bu yazar beni sardı başka kitaplarını da okuyayım!” dersiniz sonra bir bakarsınız yazarın tüm kitaplarını okumuşsunuz! Bu yıl 30 Nisan’da yetmiş yedi yaşında ölen Paul Auster işte böyle tiryakilik yaratan bir yazardı. İşin ilginç tarafı kendi ülkesi Amerika’dansa Avrupa’da daha çok tanınır, daha çok okunurdu. Geride otuz civarında roman, anı, tiyatro yapıtı bırakan Paul Auster yazarlığa sekiz yaşında başlamıştır! O bu olayı şöyle anlatır: “Çocukken beyzbola çok düşkündüm, en hayranlık duyduğum oyuncu Willie Mays idi. Sekiz yaşımdayken bir gün babam beni beyzbol maçına götürdü. Maç bitiminde hayranı olduğum Willie Mays’den imza almak istedim ama ne bende ne onda kâğıt kalem vardı, imza alamadım, bu beni çok üzmüştü. O günden sonra cebimde hep bir kalem ve kâğıt taşıdım. Cebinizde bir kalem varsa bir gün onu kullanma gereğini duyarsınız, benim yazarlığım sembolik olarak öyle başladı,” der. Auster, kitap yazmanın bir yalnızlık, bir sessizlik işi olduğunu söyler. “Yazar, sessiz bir ortamda masa başında tek başına çalışan bir insandır. Kitaplar böyle ortaya çıkıyor” diye ekler…
Otobiyografik yapıtlarından biri olan
“Yalnızlığın Keşfi” kitabının ikinci bölümdeyse Paul Auster kendini A olarak tanıtır ve açtığı hafıza kitabından kronolojik sıralamaya bakmayarak kopuk kopuk anılarını dile getirir. Anne tarafından dedesi hastahaneye yattığında yedi sekiz hafta süreyle o bakıyor dedesine. Sihirbazlığa meraklı olan dede fırsat buldukça sahneye çıkar, çeşitli gösteriler yaparmış. Dedenin beyzbole düşkünlüğü onunla torunu arasındaki ortak dil. “Mutluluk bir insanın odasında sessiz ve sakin bir şekilde oturabilmesidir” der Paul Auster. (Doğru söz gerçekten, huzursuz olduğumuzda “odalara sığmıyorum!” diyerek kendimizi dışarılara atmaz mıyız?) Yirmi beş otuz yaşları arası Fransızca’dan İngilizce’ye tercümeler yaparak para kazanmış Auster. “Tercüman, yazarın ruhu gibidir. Yazar hem ordadır hem değildir… Kelimelerin kafiye yaratması gibi olaylar da kafiye yaratır. M adlı biri Paris’te bir oda kiralar. Bu, babasının 2. Dünya Savaşı esnasında Nazilerden gizlendiği aynı odadır. Olayların kafiye yaratmasına bir örnektir bu… Yürüme küçük çapta bir seyahat olduğu kadar düşünceler için de bir seyahattir” der…
Paul Auster “Yazı Odasında Yolculuklar” adlı kitabında da şöyle bir şey anlatır: Bir adam yeni gitmeye başladığı bir barda her gün aynı anda üç duble içki ister ve sonra hepsini teker teker içip gider. Bu haftalar boyu böyle devam eder. Bir gün barmen “Neden teker teker istemiyorsunuz da böyle üç dubleyi aynı anda istiyorsunuz?” diye sorduğunda adam “Biz birbirini çok seven üç kardeşiz. Ama üçümüz de Amerika’nın değişik yerlerindeyiz. Üçümüz de aynı saatlerde bir bara gidip böyle yapıyoruz ve birbimizin şerefine kadeh kaldırıyoruz, kadeh tokuşturuyoruz,” der. Birkaç ay sonra adam iki duble içki getirmesini söyleyince barmen “Kardeşlerden birine birşey mi oldu? Neden üç değil de iki kadeh?” diye sorunca adam “Ben içkiyi bıraktım,” der…
Kitaplarından bazıları: Newyork Üçlemesi, Sunset Park, Kış Günlüğü, Timbuktu, Şans Müziği, 4321, Kehanet Gecesi, Ay Sarayı, Cebi Delik, Son Şeyler Ülkesinde, Yazı Odasında Yolculuklar