Olay Gazetesi Bursa

Bekleyen adam

“Cephanelik” denilen oksijen deposu koru Beşevler’in en yüksek yerlerinden biri, çevresi yer yer düz, yer yer inişli çıkışlı. Nilüfer Belediyesi on beş yıl önce koru çevresine iki kilometre uzunluğunda toprak bir yürüyüş parkuru yaptı. Toprak parkurun hemen iki metre aşağısındaysa kilit taşlarla döşeli bir de kaldırım var. Yürüyenlerin çoğunluğu toprak parkuru tercih ederken bazıları da […]

“Cephanelik” denilen oksijen deposu koru Beşevler’in en yüksek yerlerinden biri, çevresi yer yer düz, yer yer inişli çıkışlı. Nilüfer Belediyesi on beş yıl önce koru çevresine iki kilometre uzunluğunda toprak bir yürüyüş parkuru yaptı. Toprak parkurun hemen iki metre aşağısındaysa kilit taşlarla döşeli bir de kaldırım var. Yürüyenlerin çoğunluğu toprak parkuru tercih ederken bazıları da taş kaldırımda yürür. Parkurda sabah ve akşam saatleri yürüyenler az değildir, diğer saatlerdeyse genellikle boştur. 2016’dan beri, yaz kış her sabah o parkurda yürürüm. Orda yürüyen birçok kişiyle tanıştım, bazılarıyla arkadaş da oldum. İlginçtir bir de yürümeyen ama hep bekleyen bir kişiyle de tanıştım. O bir “bekleyen adam” adı bu olsun.
2023 Eylül ayında gördüm “bekleyen adam”ı ilk kez. Cephanelik kapısının önündeki taş kaldırıma monte edilmiş bir bankta oturuyordu. Sonra her gün adama rastladım ama toprak parkurda yürüdüğüm için görüşüm önden değil hep arkadandı. “Niye her gün orada oturuyor bu adam? Zihinsel bir rahatsızlığı mı var?” gibi sorular kafamı meşgul ediyor ama hep arkadan gördüğüm için onunla ne selamlaşabiliyor ne de konuşabiliyordum. Sonbahar geçti, kış ayları başladı, havalar soğudu ama “bekleyen adam”da kıyafeti dışında bir değişiklik olmadı. Aralık sonlarında bir gün onu bu kez cephanelik kapısının önünde dikilmiş beklerken gördüm. İşte bu bir değişiklikti.  “Niye oturmuyor?” diye düşününce her sabah oturduğu yere baktım, bankı göremedim, belediye niyeyse bankı kaldırmıştı. Bu “bekleyen adam” için kötü, benim içinse iyiydi çünkü yanından geçerken önce selamlaşmaya sonra da bir iki laf etmeye başladık. Niye beklediğini sordum. “Bir arkadaşın oğlu tepedeki okulda okuyor, o arabasıyla oğlunu okula bıraktıktan sonra beni alıyor, birlikte Hürriyet’e gidiyoruz, gün boyu zamanımı daha önce dükkanımın olduğu Hürriyet’de geçiriyorum” dedi. Yaklaşık 1.65 boyunda, kilo sorunu olmayan, yuvarlak yüzlü, hüzünlü bakışlı, kıyafeti ucuz cinsinden ama temiz, insanda “gariban bir adam” izlenimi uyandıran biriydi. İki tur yürüyordum, onu bazen bir tur, bazen de iki tur boyunca ayakta dikilmiş beklerken görüyordum, yani bekleyişi bir saati buluyordu. Ayak üstü bir iki laf etmenin yetmediğini görmüş olmalı ki hafta ortasında bir gün “Bir yerde otursak da sohbet etsek?” dedi. Aslında ben de onu daha yakından tanımak istiyordum, bu nedenle hiç duraksamadan “Olur, hayat hikayeni anlatmanı isterim. Nerede mi oturalım? Bir gün Hürriyet’e geleyim, bana telefon numaranı ver, orada buluşalım” dedim.
Bunu söylediğimde 2024 Nisan ayında bir gündü. Hava güneşli, çok güzeldi, hiç geciktirmeden o gün gitmeye karar verdim. Hürriyet Meydanı’na vardığımda saat 12.10 idi. Telefon ettim, az sonra geldi, hemen gelmiş olmamdan memnuniyet duyduğunu bakışlarından anladım, hüzünlü bakışların yerini sıcak bakışlar almıştı. Bir kafede oturduk, bir buçuk saate yakın sohbet ettik. Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinin bir köyünde doğduğunu, çok sayıda koyun sahibi bir babanın tek evladı olduğunu, annesini askerdeyken kaybettiğini, babasının onu ilkokuldan sonra okutmadığını, elindeki parayı saflıktan kaybeden babadan kendisine bir şey kalmadığını görünce Bayramiç’ten 1985’te Bursa’ya geldiğini, bulduğu işte kendini sevdirdiğini, iş sahibinin onu evlendirdiğini ama on iki yıllık evlililiğinde maddi sıkıntılar yüzünden eşiyle arasında sorunlar çıktığını, sonunda karısının ilk okuldaki oğlunu alarak ayrıldığını ama çocuğunun okul masraflarını kendisinin karşıladığını, okuması için onu teşvik ettiğini, okuttuğunu sonra evlendirdiğini, oğlu ve geliniyle önce Hürriyet’te sonra Dikkaldırım’da ayakkabı sattıklarını, oğlu Özdilek’te işe girince dükkanı geliniyle bir süre daha işlettiklerini, torun dünyaya gelince gelinin çalışmayı bıraktığını, ardından kendisinin de dükkanı devrettiğini, oğlunun kayınpederinin de yardımıyla bir yıl önce Cephanelik civarında bir daire aldığını, kendisinin onlarla kaldığını, evde bir odasının olduğunu, emekli maaşını oğluna verdiğini, ondan harçlık aldığını, parası bitince istediğini, yeni taşındıkları bu mıntıkada bir arkadaşı olmadığı için her gün uzun yıllar yaşadığı Hürriyet’e gittiğini, orada tanıdıklarıyla zaman geçirdiğini, gece geç vakit Hürriyet’ten eve döndüğünü, bazen “evlensem mi?” diye düşündüğünü ama yeni bir ev kurmanın, uygun birini bulmanın zorluğunu bildiğini, şu an sağlık yönünden bir sıkıntı çekmediğini anlattı, “Ama ilerde ne olacağını bilemem, Allah sonumu hayreylesin!” diye sözlerini bitirdi. Anlatımı netti, sözlerinde de herhangi bir abartı, gizleme, yakıştırma, övünme, acındırma gibi şeyler yoktu. Yanından ayrılırken içini dökmüş olmaktan dolayı rahatlamış görünüyordu.
Bu sohbetten iki gün sonra sabah yürüyüşümün birinci turunda “bekleyen adam”ı görmedim, bunda yürüyüşe çıkma zamanımı on beş dakika erkene almamın payı olsa gerekti. İkinci turda Cephanelik’in demir kapısına doğru yokuşu çıkarken uzaktan her zaman olduğu gibi “bekleyen adam”ı gördüm ama yanında bir kadın ve bir oğlan vardı. Yaklaşınca zayıf, esmer, uzunca bir kadının agresif hareketler yaptığını, “bekleyen adam”ı adeta itip kakmaya çalıştığını, ortaokul birinci sınıfta olduğunu sandığım iri çocuğun da annesine destek çıktığını gördüm. “Bekleyen adam” savunma durumundaydı. Aklımdan bir an bir zürafanın küçük iki üç yırtıcı hayvan tarafından çevrilip parçalanması gibi bir görüntü geçti. “Ne var? Bir problem mi var?” diye araya girip sordum. Kadın “Bu adam yoldan geçirmiyor, hep burada duruyor, taciz ediyor insanları!” dedi gözlerinden ateş fışkırıyormuş gibi bir edayla. Kadının o andaki öfkeyi nasıl biriktirdiğini merak ettim. “Bu adamı tanıyorum, o dürüst biri, ona kefilim!” dedim kadını ikna ederim umuduyla. Sözlerim bir yandan “bekleyen adam”ı rahatlatırken öte yandan kadının yüzünü ekşitmesine, o yüzü birden şeytanımsı bir çehreye döndürmesine yetti. Bu kez kadın hiç tanımadığı bana öfkesini kusmaya başladı, “Sen de onun gibisin, ikinizi de polise şikâyet edeceğim!” dedi. “Kadın şizofren galiba, hiç olmayacak şeylerden şüphe ediyor, kuruyor, kurguluyor!” diye düşündüm. “Bu adam her gün burada kendisini arabasıyla Hürriyet’e götüren arkadaşını bekliyor!” diye devam ettim ama kadın hiç aldırmadı, telefonunu çıkardı, polisi aradı. Uzun uzun konuştu, sonra tehditler savurarak oğluyla okula doğru yürüdü. “Bekleyen adam” şaşkınlık içindeydi, “İki defadan fazla değil onları görmem. Onlar kaldırımda, ben cephanelik kapısındayım, aramızda on beş metre mesafe var, nasıl oluyor da onları yoldan geçirmiyormuşum? Kadının kafası yerinde değil. Nasıl iftiralar attı, bana konuşma fırsatı bile vermedi! Ben de onu iftiralarından dolayı mahkemeye vereceğim!” dedi. “Bir karakolluk durum olursa bana telefon et, hemen gelir, senin için şahitlik yaparım, seni savunurum!” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştım. Aylardır önce dört ay taş kaldırımdaki bankta oturan, bank kaldırılınca geri çekilip ayakta bekleyen bu adamı yürüyen birçok kadın ve kız her gün görüyor ve olumsuz bir şey demiyorken, ilk kez gördüğüm bu kadının böylesi iftiralar atması “bekleyen adam” kadar beni de dehşete düşürdü. Tamam, şüpheli hareketler içindeki birini görünce bunu polise bildirmek “duyarlı vatandaş” örneği olarak iyi bir davranış ama “bekleyen adam” ve beni bir kanıt olmadan polise haber vermek o tür iyi bir davranış değildi…
Ertesi gün baktım, yedi ay sonra ilk kez “bekleyen adam” yerinde değildi, yoktu. Daha sonraki günler de görmedim onu. İki hafta sonra aradım, konuştuk. “Arkadaşı otobüs durağında bekliyorum. Bir mazereti olup gelmediğinde yürüyerek gidiyorum. O kadınla tekrar karşılaşmak istemem” dedi…