Ankara saldırısının üzerenden çok geçmeden bu kez hafta sonu İstanbul’dan, Beyoğlu’ndan can sıkıcı haber geldi.
Terörün ırkı, dili, dini olmadığını hep yazıyoruz.
Yine demokrasimizi, kardeşliğimizi, birliğimizi, bütünlüğümüzü hedef aldılar.
Bu kez de Beyoğlu’nda turist olarak bulunan konuklarımız acımasız terörün kurbanı oldular.
Adana’dan ailesiyle birlikte İstanbul’u görmeye gelen minik yavrumuzu çocuk aracı içinde yaraladılar.
İstisnalar, marjinaller, müzmin muhalifler hariç, Türk halkı bir kez daha vakur tavrıyla, kaynağı ne olursa olsun, terör saldırılarına karşı sinmeyeceğini gösterdi.
Türkiye tek yürek oldu.
Beyoğlu esnafı, “sizden korkmuyoruz” mesajıyla teröre meydan okudu.
Topluma korku salmayı, sindirmeyi hedefleyenlere net bir mesaj verdiler.
Gelişmiş ülkelerin hemen hepsinde, bu tür saldırlar sonrası eleştiri oklarının hedefinde devleti yönetenler olmaz.
Bizim sandık mağlupları her saldırı sonrası aynı tavrı takınıyorlar.
Toplumu, ülkeyi yönetenlere karşı kışkırtmaya kalkıyorlar.
Sosyal medya da açtıkları kirli, sahte, ajan hesaplarla devleti yönetenlere hakaret yağdırıyorlar.
Peki, başarabiliyorlar mı?
Asla.
Sosyal medya aracılığıyla Beyoğlu’ndaki patlama sonrası toplumu kirli bilgiyle korkutmaya kalktılar.
Sosyal medya artık bir korku tüneli haline geldi.
Dün, gün boyu küçük kızımızın bomba ve patlama sorularını yanıtlamaya, onu teskin etmeye çalıştık.
Toplumun her kesimi üzerinde paranoya oluşturmayı hedefleyenler bunda kısmen başarılı oldular.
Bursa, cumartesi günü belki de tarihinin en sakin günlerinden birini geçirdi.
Nevruz kalkışması hariç kentte huzur vardı.
TÜYAP’ın BUTTİM’deki 14. Bursa Kitap Fuarı açılış gününde geçmişteki izdihamlardan eser yoktu.
Çarşı sakin, kolay dolaşılabilen bir yere dönmüş.
Caddeler de hafta sonu rahattı.
Kirli bilgiye inat, biz de ailecek, çarşıda, kitap fuarında ve AVM’lerdeydik.
Güvenlik güçlerimizin caydırıcılık amaçlı hemen her noktada bulunmasından, kendimizi güvende hissettik.
İnsanlar belli ki, sosyal medya dezenformasyonundan etkilenmişler.
Kendilerince tedbir alıp, dışarı çıkmamayı tercih etmişler.
Terörün, teröristin, onu yönlendiren baronların istediği de bu değil mi?
İnsanları içe hapsetmek, korkutmak, sindirmek ve gelecekten ümitsiz hale getirmek.
Türkiye’yi, Ortadoğu’daki ateş çemberinin içine çekmeye çalışanlar, Ankara saldırılarında olduğu gibi İstanbul’da da yine içimizden birilerini maşa olarak kullandılar.
Canlı bombaların kimliğine baktığınızda, hepsi bu ülkenin suyunu içip, ekmeğini yiyip, havasını soluyanları görüyoruz.
Nasıl oluyor da bunlar, acımasız birer katile dönüştürülüyorlar?
Nasıl da kandırılıp, hepsi birer devlet düşmanı ve hain yapılıyorlar?
Türkiye’nin büyümesinden, kendi ayakları üzerinden durmasından, dünyaya baş kaldırmasından, kalkınmasından, refahı ülkenin her yanına yaymasından belli ki, birileri rahatsız.
O halde, içeriden işbirlikçilerle bu güç zayıflatılmalı diyerek planlarını de devreye sokuyorlar.
Peki, bu durumda biz ne yapmalıyız?
Uyanık olmak durumundayız.
Türkiye düşmanlarına karşı tavrımızı net ortaya koymalıyız.
Ülkemizin zor anında, amasız, fakatsız, lâkinsiz devletin yanında yer almalıyız.
Eleştirmek çözüm değil.
Herkesin peşine polis takılamaz.
Hepimiz etrafımızdaki hainleri, maşaları fark ettiğimizde güvenlik güçlerine bildirmeliyiz.
Bir de, Bursa’mızı huzur kenti olmaktan uzaklaştırmaya çalışanlara da asla müsamaha göstermemeliyiz.
Sözüm ona, binlerce kilometre ötelerden gelip, olay çıkaran bölücülerin Bursa’nın huzurunu kaçırmaya hakları yok.
Bu kentin herkese kucak açan bereketli toprakları var.
Yeter ki, huzuru kaçırmadan birlikte yaşamayı bilsinler.