Dün millet olarak TBMM’nin kuruluş yıldönümünü kutladık.
Bu tarih, aynı zamanda ülkemizin kurtarıcısı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dünya çocuklarına armağan ettiği bir bayram günü.
Egemenliği ulusa veren yönetim biçiminin tescillendiği bugünde bir kez daha bağımsız ülke olmanın ve ilelebet böyle kalmanın gururunu taşıyoruz.
Fakat, ülkemizde bugünlerde bambaşka bir tartışma yaşanıyor.
Geçtiğimiz hafta Türk halkı, ülkenin yönetim biçimini değiştiren bir tercih yaptı.
Üstelik bu tercihi tamamen hür iradesi ile gerçekleştirdi.
Ülkeyi daha güçlü kılacak, hizmeti hızlandıracak, idari, siyasi, askeri vesayeti tamamen bitirecek yeni hükümet modelinin Türkiye için daha faydalı olacağını düşündü.
Üstelik, bunu ezici bir farkla tercih etti.
Fakat yenilgi belli ki, hayır cephesinde kabullenilmiş değil.
Günlerdir itiraz ediyorlar.
Şaibe varmış gibi bir konuma sokma gayretindeler.
Onların çizgisindeki Avrupa’da sonucu kabullenmiş değil.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın terör sevici temsilcileri de düzmece bir rapor açıkladılar.
Onlar da referandum sonuçlarına şaibe bulaştığını ima ediyorlar.
İçte de halk iradesini tanımamak gibi bir durum söz konusu.
Milletin sandıkta verdiği kararı mahkeme yoluyla değiştireceklerini sanıyorlar.
Öyle kof iddialarla referandumun yenilenmesini istiyorlar ki, inanılır gibi değil.
1,3 milyon daha fazla seçmenin oyuyla ortaya çıkmış sonucu yetkisiz mahkemelerin bozmasını ve tekrarlanmasını istiyorlar.
Yüksek Seçim Kurulu’na yaptıkları başvuru reddedildi.
Islak imzalı tutanak sonuçlarıyla elektronik sonuçların örtüştüğünü bildikleri halde, “maç ortasında kural değişti” diyerek YSK’ya yükleniyorlar.
Oy pusulalarını mühürlemeyi unutan birkaç sorumsuz sandık başkanı ve kurulunun halk iradesini engelleme girişimlerini bahane olarak ortaya sürüyorlar.
Diyelim ki, mühürsüz pusulalar var.
O pusulaların çıktığı sonuç tutanaklarının altına muhalefet parti temsilcilerine silah zoruyla mı imza attırıldı?
Başını CHP’nin çektiği muhalefet bloğu şimdi de Danıştay’a gidip, YSK’nın kararını idari işlem diye bir kez de buradan sonuç alacaklarını sanıyorlar.
O da olmazsa Anaysa Mahkemesi’ne gidecekler.
YSK kararlarının kesin olduğu ve başkaca bir itiraz mevkiinin bulunmadığı anayasa ile belirlendiği halde.
Bu iki mahkemenin retten başka karar veremeyeceğini açıklayan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ı da hakimler üstünde baskı kurmakla suçluyorlar.
Oysa, kendileri anaysa ihlali yapmış durumdalar.
YSK kararının üstünde kurumsal bir itiraz yapılamayacağı apaçık ortadayken.
Nereden bakarsanız bakın, hayır cephesinde bir hazımsızlık söz konusu.
Üstüne bir de örgütleri sokağa çağırıyorlar.
O da yetmiyor, marjinal gruplar geceleri tencere tava ile sokaklara inip 16 Nisan’daki halk iradesini yok saymaya çalışıyorlar.
Yeni bir gezi kalkışması tezgâhlanıyor.
Bu kez, illegal gösterilere müsamaha gösterilmeyeceğini çok iyi bildikleri halde.
Avrupalı yayıncı hamileri de günlerdir İstanbul’da Taksim’i mesken tutular.
Alman devlet televizyonu, sonuçlar açıklandıktan sonra sokakların boş oluşunu sorguluyor.
Anlayacağınız hazımsızlık sadece bizimkilerde yok.
Dünyada ne kadar Türkiye düşmanı varsa onlar da 16 Nisan sonuçlarını hazmedemiyorlar.
15 Temmuz ihanet kalkışmasında topa, tanka, tüfeğe uçağa kafa tutmuş Türk halkının bu saatten sonra 16 Nisan iradesini yok sayacak bir gücün olduğunu düşünmüyoruz.
Bu iş çoktan bitti.
Başka müsabakalara baksınlar.