Geçtiğimiz yıl ramazan ayıydı…
İftara da 2-3 saat vardı.
Rahmetli annemin rahatsızlığı nedeniyle aniden memleket yollarına düştük eşimle…
Bursa-Bandırma-Çanakkale istikametinde ilerliyoruz.
Tam Çanakkale Boğazı’nın kendini gösterdiği noktaya geldik.
Karşımız ışıl ışıl.
Eşim ‘iftar vakti’ dedi.
***
Kadınları bilirsiniz; tedbiri elden bırakmazlar.
Aniden evden çıkmamıza rağmen…
Bir gün önceden kalan yemeklerden bir paket yapmış.
Ramazan pidesi almış.
İki de küçük su koymuş mini buzdolabımıza.
Yakınlarda yemek yiyebileceğimiz bir tesis de yok.
Müsait bir yerde duralım ‘bir iki yudum yiyelim’ dedi.
Boğaz manzaralı boşluğu görünce hemen sağa çektim.
***
Daha emniyet kemerlerimizi çıkarmamıştık ki…
Eşimin tarafından cama bir şey zıpladı.
Bir anda irkildik.
Camdaki patiler bir köpeğe aitti.
Kapıyı açınca gördüklerimiz yürek parçalıyordu.
Karşımızda açlıktan karnı içine geçmiş, kemikleri sayılan bir köpek duruyordu.
Birer yudum suyla orucumuzu açtık.
Ardından da eşimin ‘ne olur ne olmaz’ diyerek aldığı iftarlıkları…
Neredeyse tek nefeste yedi bitirdi.
***
Midemize bir yudum girmemiş olmasına rağmen hayatımızın en güzel iftarını yapmıştık.
Doymuştuk, hem de fazlasıyla!
Can dost da güzel bir ziyafetin mutluluğu ile bize bakıyor; gözleriyle teşekkür ediyordu adeta…
İstikamet yurtdışı olunca ona yapabileceklerimiz bununla sınırlıydı maalesef…
Ardımızdan ya yola çıkıp kendine yeni adres arayacak ya da başka bir aracın mola vermesini beklemeye koyulacaktı.
Ama oradan ayrılmadığına göre sahibinden umudunu kesmemişti bence…
Nereden biliyorsun diye soracak olursanız.
Çocukluğumun ve gençliğimin bir bölümünü paylaştığım Topak isimli sevimli bir köpeğim vardı.
Peşimden hiç ayrılmazdı.
Ananeme gittiğim günlerde de benimle gelirdi.
Ananemin evinin bahçesinde farklı yönlere açılan iki kapı vardı.
Topak, girdiğim kapının önünde beni beklerdi.
Bazı günler farketmeden diğer kapıdan çıktığım olurdu ve o gittiğimi fark etmeden orada durmaya devam ederdi.
Ta ki ananem sabah ona yemesi için bir şeyler verip gönderene kadar.
Köpekler gerçekten can dosttur.
Sahiplerini asla terk etmezler!
Ama insanlar öyle mi?
***
Geçtiğimiz günlerde büyük üstat Yılmaz Özdil’in Çeşme otoyolundaki terk edilmiş köpeklerle ilgili yazısını okuyunca, Çanakkale’de terk edilmiş can dostla anımız geldi aklıma, hüzünlendim.
Dün de ‘Hayvanları Koruma Günü’ydü.
Baktım herkes bir şeyler paylaşıyor.
Ben de bu anımı köşeme taşımaya karar verdim.
Ama gazetedeki pazar günü yoğunluğu dün müsaade etmedi.
Bugüne nasipmiş.
***
Diyeceğim o ki…
Bazıları araştırmadan, sormadan, bakıp bakamayacaklarını hesap etmeden hayvan sahibi oluyorlar.
Bir süre sonra da aldıkları kedi, köpeği sokağa bırakıyorlar.
Özellikle de yazlıktan ve avdan dönüşlerin olduğu şu dönemlerde.
Yollar kedi ve köpekle dolu.
Bırakıp kaçıyorlar.
Vicdanlarını da ‘o artık özgür, doğada rahatlıkla yiyecek içecek de bulur’ diye rahatlatıyorlar.
Aslında kendilerini kandırıyorlar.
Çocuklarına da aynı muameleyi yapsalar ya görelim.
Çok yazık.
Belki geride bıraktıkları o sevimli yürekler onları affedebilir.
Ama Allah affetmez.