Seçim süreci giderek hızlanıyor.
Ülke gündemi neredeyse tümüyle siyasete kilitlendi.
Ama unutulmaması gereken bir ekonomi gündemi var!
Üstelik bu gündem seçimi etkileme ve seçimden etkilenme potansiyeli taşımakta.
Kısacası seçim sürecinde siyasilerin ıskalamayacağı konulardan biri de ekonomi olacaktır.
Seçimlerin 24 Haziran’da yapılacak olması ise belirsizlik katsayısını azaltarak olası negatif etkileri sınırlamış durumda.
Ancak, bir yanda vaatler diğer yanda dış riskler ekonominin seçim yansımaları olarak gündemde kalmaya aday!
Neticede dıştan ani ve güçlü bir rüzgar esmediği taktirde ılıman bir seçim atmosferini ekonomik açıdan beklemek mümkün.
Giderek önem kazanan mesele ise seçim sonrasındaki ekonomik tablonun nasıl şekilleneceği.
Çünkü iktidar koltuğuna kim oturursa otursun mücadele etmesi gereken çeşitli zorluklar olacak karşısında!
Öncelikle küresel çaptaki değişik riskler dikkate alınmalı.
Neler mi mesela?
Amerikan faizlerinin yarattığı baskı halen hissedilmekte.
Faiz baskısının sonbahara doğru daha güçlü biçimde hissedilmesi ihtimali de gündemde!
Bu tablo ise döviz kurları üzerinde risk yaratmakta.
Kıvılcımlarını gördüğümüz küresel ticaret savaşlarının olası etkileri de bir başka negatif unsur olarak ajandada yer almak durumunda!
Jeopolitik riskler ve dış ilişkilerin seyri de ekonomi açısından önemli bir parametre.
Diğer taraftan adım adım yukarı çıkan petrol fiyatlarının yaratabileceği olumsuzluklarsa çok yönlü bir risk tablosunu karşımıza çıkarmakta.
Öncelikle 75 dolara dayanmış olan varil fiyatın 80 – 90 dolar bandına çıkma ihtimali mevcut!
Dolayısıyla cari açık yoluyla döviz kurları üzerinde bir başka baskı unsurunu da petrol oluşturabilir!
Aynı zamanda enflasyonu azdırabilecek ciddi bir unsur niteliği taşıyor petroldeki gidişat.
Neticede 6 lirayı açmış bir benzin fiyatı söz konusuyken petrolün daha da yükselmesi yepyeni sıkıntılara kapı aralıyabilir.
Bu özet tablo itibarıyla dış kaynaklı risklere karşı ciddi bir hazırlık yapmak şart görünüyor.
Faiz ve kur açmazı
Hazırlığın temel taşı ise çift hanede istikrar kazanan enflasyonu dizginleyip düşürmek!
Ama aynı zamanda iç talebi koruyarak; büyümenin çift haneli işsizliğin azaltılmasına katkı yapmasını da sağlamak zorunda ekonomi yönetimi.
Bu noktada bir ikilemle karşılaşıyoruz.
Çünkü kura duyarlı bir enflasyonumuz var!
Mevcut faiz seviyeleri de enflasyonist bir yanı olmasının yanında büyümeyi frenleyebilecek boyutlara ulaşmış durumda.
Ama kısa vadede dövizin yukarı gitmesini göze almadan faizleri aşağı çekmenin kolay bir yolu yok!
Yani belli bir süre kurların azmasını engellemek için faiz artışlarına katlanmak zorunda kalabiliriz.
Kredi yükü ve teşvikler
Bu arada pek çok kurumun katıldığı ve finansal olanak yarattığı bir sürecin devreye alınmasıyla kredi faizlerindeki yükün hafifletilmesi önemli bir destekleme adımı olabilir.
Çünkü büyüme hızını fazla düşürmeden yola devam etmek pek kolay olmayacak.
Kredi yükünün azaltılması önemli bir fırsat sunabilir!
Bu anlamda yapısal reformlara bir an önce el atmak…
Ve 2018’de üretimi teşvik anlamında verilmeye başlanan desteklerin hızlı biçimde hayata geçmesini sağlamak…
24 Haziran sonrasındaki iktidarın temel görevi olma durumunda.
Uzun vadede ise faiz, enflasyon ve cari açık risklerini minimize etmek için; verimliliği arttıran teknolojik yatırımların yaratılması için tasarrufların öne çıkarılması önem kazanmakta.