Gözler Çin’e çevrilmiş durumda.
Perşembe gününden bu yana Pekin’de devam eden 12. Ulusal Halk Kongresi Batılı ülkelerce yakından izleniyor.
Bunun nedeni, Çin’in ekonomide 10 yıllık bir planla yeni bir döneme başlangıç yapıyor olması.
Hedef, Çin’i büyük bir üretim ülkesi olmak yerine, güçlü bir üretim ülkesi haline getirmek.
Planın adı, “Çin Malı 2025”.
2025 yılına kadar Çin’in emek yoğun ve doğal kaynaklara dayalı büyüme modeli, inovasyona öncelik verilen bir modele dönüştürülecek.
Böylece Çin ürünlerinin dünya üzerindeki rekabet gücü, düşük maliyetten değil, yüksek kaliteden kaynaklanmış olacak.
Ayrıca, doğal kaynakların aşırı tüketimine dayalı üretimden de yeşil üretime geçişin yolları açılacak.
Çin Sanayi ve Bilişim Bakanı Miao Wei’ye göre, küresel sanayi modeli değişime uğradı ve bilişimle uyumlu hale geldi.
Şimdi bu uyum sürecinden geçiliyor.
Peki, Çin’in 2015 büyüme hedefi nedir?
Geçen yıl büyümesi 7,4 olarak gerçekleşti. Bu yıl için tahminler biraz düşüşle 7 civarını gösteriyor.
İstihdam ne olacak? İşgücüne 10 milyon kişinin daha katılması bekleniyor.
Çin’deki bu veriler Batılıları ürkütüyor elbette. Ancak siyasi ve sosyal gelişmelerin çok geriden gelmesi, endişeleri azaltıyor.
Çin uzmanı ve Berlin Mercator Enstitüsü Direktörü Sebastian Heilmann’ın analizi şöyle:
“Çin, Batı’ya politik açıdan yakınlaşıp ‘bizim burada yaptıklarımız daha iyidir’ diyebilecek konuma henüz gelmedi.”
Helmann’a göre, ekonomik olarak büyük atılımlar gerçekleştiren Çin, küresel güç olmak istiyorsa “demokratik değer yargılarını” geliştirmek zorunda.
Yoksa internet kullanımının yoğunlaşması, kapsamının genişlemesi ve gelişmesi liberalleşmenin, demokratikleşmenin, çağdaşlaşmanın belirtisi olarak görülmüyor.
Ne var ki, nüfusu 1,5 milyara yaklaşan, 50’den fazla etnisitesi olan Çin’i yönetmek de dünyanın en zor işi olsa gerek.
Tikrit’te IŞİD’e karşı savaşan Irak değil İran
Irak Başbakanı Haydar el Abadi’nin emriyle başlayan Tikrit saldırısının haftası doluyor. IŞİD’in yenilgisine ilişkin henüz ciddi bir haber yok.
Onun yerine başka haberler var…
Örneğin, Tikrit savaşının Irak’ın değil İran’ın savaşı olduğu söyleniyor.
IŞİD’e saldırının komutanlığı da İranlı General Kasım Süleymani’ye verilmiş.
Hem Iraklı askerler, hem Kürtler, hem Şii milisler, hem de bir İran gücü Süleymani’nin komutası altında IŞİD’i Tikrit’ten püskürtmeye çalışıyor.
İyi de, ABD neresinde kaldı bu savaşın?
ABD savaşta yok. Meğer Bağdat destek vermesi konusunda Washington’dan talepte bulunmamış.
Bu durumda Pentagon IŞİD’i bırakıp İran’ın operasyona katkısını izlemeye almış olabilir.
Madalyonun öbür yüzünde tabii ki İran görünüyor.
İran gücü Tikrit’teyse oradan Musul’a, hatta sınırı geçerek Suriye’ye de uzanabilir.
Soru şu: ABD bölgedeki dengelerin İran lehine değişmesine niçin seyirci kaldı?