Çoğu zaman yazarım ve bu benzetme çok hoşuma gider. Yeni aldığınız bir bulaşık makinesi, bir araba, bir cep telefonu, veya bir odun motoru ile birlikte size kullanma kılavuzunu da verirler. Bu kılavuz aldığınız cihazın mümkün olduğunca uzun ömürlü olması ve en iyi şartlarda çalışması için nasıl kullanılması gerektiğine ait pek çok bilgi içerir. Öğretmenden araba, doktordan araba diye rastladığınız ilanlar bu kişilerin kullanma kılavuzlarına uygun davranmış olabileceklerine dair klişeleşmiş birer örnektir.
İnsanoğlunun tarihi kimilerine göre 5 milyon yıl öncesine dayanmaktadır. Bu yıllardan beri halen upgrade edilmeyen insanın bedeni hakkında halen o kadar daha eksik bilgiye sahibiz ki, her 6 ayda bir üst modeli çıkan cihazlar olmasına rağmen biz daha yeni modelleri bırakın ilk modelin teknolojisine bile hâkim olmanın çok gerisindeyiz. İnsanın da kullanma kılavuzu vardır ki 84 Element içeren bir bedenimiz var. Demir, çinko, bakır, selenyum, magnezyum, kalsiyum gibi duyduklarınız bunlardan bazıları. Bunun dışında başka birtakım maddeler ile donatılan insanın mesleki olarak kullanma kılavuzunu (genellikle ehliyetli olmadan anlatmaya çalışanlar ve popülerlik kazananlar olsa da) biz doktorlar insanlara aktarıyoruz. Siz mümkün olduğunca kullanım kılavuzuna sadık kaldığınızda karşılığını 80’li yaşlarda bile protez takmadan, Alzheimer olmadan, şeker hastalığına yakalanmadan alıyorsunuz. Hesap kitap yapabiliyorsunuz, çarşı, pazar gezebiliyorsunuz, torunlarınızı parka götürüp getirebiliyorsunuz, kartınızla alışveriş yapıp maaşınızı çekebiliyorsunuz, akıllı telefonlarınızı tüm fonksiyonları ile birlikte kullanabiliyorsunuz, hatta araba kullanabiliyorsunuz.
Son yıllarda bilim insanları bağırsaklarımızda yaşayan trilyonlarca mikroorganizmanın (mikrobiyom) adeta nüfusa kayıtlı olduğu yerleri ortaya çıkardı. Bazı araştırıcılara göre çocukluk çağından itibaren doğal ortamlardan uzak kalma, beton yığınlarının arasına sıkışma ve hijyen ilkelerine sıkı uyum bazı mikroorganizmalar ile temasımızı azalttı. Bu da zamanla allerjilerin ortaya çıkmasına neden oldu. Binlerce yıldır bağırsaklarımızda bulunan bazı mikroorganizmalar salgıladıkları protein ve başka faydalı kimyasallar ile vücudumuza, genetik yapımıza olumlu katkılarda bulunmaktadırlar. Bu kimyasallardan bazıları GABA, Serotonin, dopamin, norepinefrin gibi çok bilindiklerdir. Bu nedenle bazılarınca bağırsak mikroorganizmalarına psikobiyotikler denilmektedir. Bilim insanları gelecek yıllarda birçok psikiyatrik bozukluğun tedavisinin beslenme ve mikrobiyatanın düzenlenmesi ile gerçekleşebileceğini belirtmektedirler.
Bu mikroorganizmalar aynı zamanda bazı vitaminlerin de oluşmasını sağlamaktadır. B12 vitamini başta olmak üzere B grubu vitaminlerin bir çoğu, K vitamini bunlardan bazılarıdır. Bu açıdan baktığınızda da bağırsak mikrobiyomunun önemi anlaşılmaktadır. Bu mikrobiyomu besleyen maddelere prebiyotik denilmektedir. Lifli gıdalar bunların başında gelir. Sebzeler (özellikle kuzu kulağı, maydanoz, marul, tere, roka, dere otu, taze nane gibi çiğ tüketilenler), fasulye, barbunya, mercimek, nohut gibi bakliyatlar, tam tahıllarda bulunan lifler, meyvelerin kabukları lif açısından zengindir.
Hem gıdalar hem de bağırsaklarımızdaki mikroorganizmalar açısından baktığınızda bizim binlerce yıllık eski dostlarımız yine bize fayda sağlıyor. Tıpkı gerçek hayatta hep bildiğimiz o eski dost düşman olmaz gibi…