Kıymetli okurlarım. Haklı olarak bir bilgi kirliliği denizinde neye inanalım diye karamsarlık içinde olabilirsiniz. Bu nedenle sizlere bir çok yazımda geçmiş tecrübeler ile bağımsız bilim insanlarından gelen bilgilerin bir sentezini yaparak yaşamınıza yön vermenizi anlattım. Bilgi hazinedir ve tarih de çok iyi bir öğretmendir. Bunu baz alarak bazı klâsik bilgilerimizin artık geçerliliğini yitirdiğini görüyoruz. Bu bağlamda sizlere bazı örnekler vermek istiyorum.
Yıllarca kolesterol korkusu ile yenilmesinin önüne geçilen yumurta yukarıda anlatmak istediklerime iyi bir örnektir. Anne sütünde bol olarak bulunan kolesterolü bebeklik çağında al derken ileri yaşlarda bu katildir alma dediler ve yumurtayı da bu katillerin arasında saydılar. Oysa modern tıp gösterdi ki damarlarımızı bozan asıl katil insülin fazlalığı ve bir takım serbest radikal artışına bağlı olarak oksitlenen, bozulan kolesterol molekülleri ve proteinlerimizdir.
ABD’nin önde gelen bilim insanlarından bir tıp doktoru günde 4 adet doğal özelliklere sahip yumurta yediğini ve bunu rutin olarak sürdürdüğünü açıklıyor. Hekim, Yumurtanın anabolik etkilerinin kas gelişimine katkıda bulunduğunu belirtiyor. Yumurtanın % 48 inin kas proteinlerine dönüştüğü kanıtlanmıştır. Bu anne sütüne yakın değerdir. Balık ve mera kaynaklı etlerde bu oran %32, süt ürünlerinde ise %16 dır. Yumurtada vücut için gerekli bir çok mineral bulunmaktadır. Ayrıca karaciğer sağlığı için çok gerekli olan kolin ve bir çok B grubu vitaminleri de içerir. Ayrıca omega-3 yağ asitlerinden EPA ve DEHA yanında göz sağlığı için gerekli bazı maddeler de (ki içlerinde A vitamini de vardır) bulunmaktadır. Kolin sinir dokusunun tamiri ve karaciğerde yağ birikmesini önleyen çok kıymetli bir moleküldür. Daha sayılacak bir çok yararı bulunan yumurtaları o zaman neden bize yıllarca yedirmediniz. Bunun vebalini kimler ve neden taşıdı diye sormak en doğal hakkımız değil mi?
ALZHEIMER TİPİ BUNAMA HAKKINDA YENİ BİLGİLER
Kıymetli okurlarım. Avrupa’nın bir çok ülkesinde kişilere en korktuğunuz hastalık nedir diye sorulduğunda cevap olarak bunama ilk sıralarda gelmektedir. Bilimsel araştırmalar (Prof dr. Matthew Schrag 2006) Alzheimer Hastalığı’nda beynimizin bazı bölgelerinde amiloid adlı maddeden oluşan plâkların (ölü dokular) varlığını göstermektedir. Bu plâkları hayvanların beyinlerine enjekte ettiğinizde bu hayvanlarda da bunama oluşması olayın daha da kesinleştiğini göstermekte idi. Kelimeleri bulmada zorluk, son olayları hatırlamada sıkıntılar, mekânsal konularda sıkıntı, navigasyon olmadan yol bulamama, koku hissinde azalma, ruh halinde dalgalanmalar bu hastalığın başlangıcına ait ilk akla gelen nedenler olmalıdır.
Ancak bu plâkların oluşumunu engellemeye yönelik çalışmalar hastalığın gidişini düzeltmemiş ve plâk teorisi geçerliliğini yitirmeye başlamıştır. Hatırlarsanız kolesterol ile ilgili de benzer şeyler söylenmiş ama damar sertliğinden kolesterolün sorumlu olduğu teori de geçerliliğini yitirmeye başlamıştır.
Alzheimer Hastalığı’nda beyin küçülmeye başlar ve ilk küçülme hipokampus denilen yerde gerçekleşir. Ne yazık ki bu olay artık 30 lu yaşlarda ortaya çıkabilmektedir. Son çalışmalar insülin direnci ile bu hastalık arasında anlamlı bir ilişkinin varlığını ortaya koymaktadır. Başka çalışmalar insülin direnci varlığında hücrelerdeki çöpleri temizlemek ile görevli lizozom denilen mikroorgancıklarda bir sıkıntı olduğunu gösteriyor. Bu durumu daha net şöyle açıklayabiliriz. Çöp kovanızda bulunan çöpleri geri dönüşüm ile yeniden kazanabilirken lizozomlarda fonksiyon bozukluğu olduğunda bu işlemi yapamıyoruz. Lizozom denilen bu mikroorganların içinde 50 den fazla enzim ve asit bir ortam vardır. İşe yaramayan bazı maddeler işleme sokularak vücut için yararlı hale getirilir veya yok edilir. Bu işlemin adı otofajidir. Bu mikroorganlar yeterli iş görmediğinde ise hücre çöpler ile dolar. Otofaji ile ilgili daha önceleri çok sayıda makaleyi bu köşede sizler ile paylaştım. İlerleyen günlerde bunlara yenilerini de ekleyeceğim.