1968 olaylarını anlatan Amerikan Filosu- Kanlı Pazar Belgeseli`nin Bursalı Yönetmeni Ömer Tuncer, Türkiye`de gerçek anlamda belgesel yapmanın ticari kaygılar nedeniyle zor olduğunu söylüyor.
FOTOĞRAF: Ferhan MUTLU
Bu haftaki röportaj konuğum, sinema ve özellikle de belgesel konusunda uzman bir isim; Ömer Tuncer. Altmış sekiz kuşağının temsilcilerinden yönetmen Tuncer, Türkiye`nin içinden geçtiği sancılı yıllara başlangıçta fotoğraf makinasının sonra da kameranın vizöründen bakan bir göz.
Onat Kutlar ile Bursa`da Sinema Derneği`ni kurmalarından, ödül aldığı belgesel tek kopyalık filminin 12 Mart döneminde yok olmasın diye gönderildiği yurtdışında kaybolmasına, öğrencilik yıllarında tarih dersinden sürekli sınıfta kalmasına karşın tarihin izini süren belgesellerine konuştuğumuz ayrıntılar aslında ülkenin de gelişim ve değişimine ışık tutuyor.
Şimdilerde İznik Darka`da son kitabı üzerine çalışmalarını yoğunlaştıran ve 1001 Belgesel Film Festivali dışında çalışmalara mesafeli duran Ömer Tuncer, hayata dair iddiasını “İleriye açık, her seferinde geriye dönük alışkanlıklarını gözden geçirip bugüne ve yarına uyup uymayacaklarına bakarak, yarını kurmak” diye genelleştiriyor. Vazgeçmediği tek şey yarından hep umutlu olmak.
Hayatınıza sinema ve belgeselin girişi nasıl oldu?
Nasıl başladığımı bilmiyorum. Herhalde fotoğrafla başladım. Lise öğrencisiydim. Annem bana bir fotoğraf makinası almıştı. Sonra Lübitel`im oldu bir tane. Öyle başladım. Erken bir zamandı o; 1961-62 olabilir. O yüzden mesela Oda Tiyatrosu`ndan çok sayıda fotoğraf bana aittir. Orada fotoğraf çeken adamdım. Ama oyun fotoğrafları için profesyonel fotoğrafçı çağrılıyordu. Film ise üniversite yıllarında İstanbul`a gidip ve sinemacılarla karşılaştıktan sonra gelişti. 1966`da Türk Sinematek Derneği`ne üye oldum. Kurulalı bir yıl olmuştu. Onat ağabey (Kutlar) ile de zaten orada tanıştım. Filmlere gitmeye başladım. O sırada gelip giderken Bursa`da bir kamera görmüştüm, kullanılmış bir Japon kamerasıydı, onu aldırdım anneme. Deneme filmleri çektim birkaç tane Bursa`da; arkadaşlarımı, annemi… O filmler duruyor ama sekiz milimetre olduğu için okunamaz ve çok kötüler. Objektifi bozuk bir kameraydı. Kanlı Pazar`ı da sonra o kamerayla çektik.
Her belgesel bir kısa film midir ya da her kısa film belgesel midir?
Hayır. Belgeselin süresi yoktur. On dakikalık belgesel, üç dakikalık belgesel de seyredersiniz. Mesela Halit Kıvanç`ın oğlu Ümit Kıvanç`ın yaptığı madencileri anlatan “16 Ton” adlı belgesel filmi bir buçuk saate yakın ama soluksuz izliyorsunuz.
Belgeselde iş ticarileştiği zaman kalite de düşüyor sanırım?
Elbette. Çaresiz bir şekilde ticarileşiyor. Yaşaması gerekiyor insanların ve bu iş bütün hayatını kaplıyor. Para kazanmaya ayıracak zamanınız olmuyor. Ya bundan para kazanacaksınız ya da para kazanacaksınız. Başka çözümü yok. Mesela TRT belgeselcileri çok rahatlar. Belgesel için para aramıyorlar. Bir öneri veriyorlar, öneri kabul edilirse yapıyorlar. Bu çok kolay bir durum. Halbuki dışarıdaki serbest belgeselciler para arıyorlar.
Doğa belgeselleri için ne söylersiniz?
Sinema değiller. Yalnızca ilginçlikler üzerine sizin yaşamadığınız yerleri ve durumları size gösterir. National Geographic türü, Discovery türü, onlarda yayınlanan hortumlar falan filanı biz belgesel saymıyoruz. Sinema saymıyoruz!
Son zamanlarda sıkça yapılan gezi belgeselleri, belgesel midir?
Gezi belgesellerini sinema saymıyoruz. Sinema değiller sonuç olarak. O yüzden belgesel görmek ve izlemek istiyorsanız, 1001 Belgesel Film Festivali`nin belgesellerine bakmak gerekiyor.
Onat Kutlar kömür kamyonuyla açılışa yetişti
Onat Kutlar ile tanışmanız nasıl oldu?
Hayır. Bir gün Halkevi`nin önünde duruyordum. Onat Ağabey`i Devlet Tiyatrosu`nun üst katındaki Milli Eğitim Müdürlüğü`ne girerken gördüm. İstanbul`da Sinematek`in üyesiyim, oradan tanıyorum zaten ama herhangi bir sessiz öğrenci üyesiyim. Birden bire Onat Bey, diye seslendim, döndü baktı. Ne işiniz var burada, dedim. Dedi ki, yedek subay öğretmenlik yapacağım, Bursa`ya verildim, gideyim de geleyim, konuşalım. Halkevine geldi, oturduk konuştuk. Karacabey`in Dağkadı köyünde iki yıl yedek subay öğretmenlik yaptı.
O arada görüştünüz mü?
Hem görüştük hem de Onat Ağabey`in desteğiyle Bursa Sinema Derneği`ni kurduk. Gazetelere ilanlar verdik, ilk gösterim bedava dedik, Saray Sineması ağzına kadar doldurduk. Millet Sinema Derneği`ne gelmiyor, Onat Kutlar`ı görmeye geliyor. Öyle bir durum. Fakat açılışa on dakika var Onat Ağabey hâlâ ortada yok. Beş dakika kala koşarak geldi, beni çıkarma kürsüye, dedi. Dağkadı köyünden buraya kömür kamyonunun üstünde gelmiş. Çıkarmamama imkan yok beş dakika gözükeceksin ama gözükeceksin, dedim. Elimi yüzümü yıkayayım, dedi. Çok güzel konuşurdu, hem de irticalen. Çok da güzel, davudi sesi vardı. Elini yüzünü yıkadı, tam saatinde çıktı. Ama ben heyecandan merdivenden çıkarken kafamı açık pencereye vurdum da kocaman delik açtım, hâlâ izi vardır burada.
MİT gelince Saray Sineması`ndan çıktık
1967`de Bursa`da Sinema Derneği`ni kurdunuz. O zaman öyle bir potansiyel varmış. Bugün durum ne?
O zaman doksan iki tane üyemiz vardı. Bugünkü durumu bilmiyorum ama o günkü potansiyel, Halkevi aracılığıyla oluşmuş bir potansiyeldi. Halkevinin yüz kişilik salonunda biz bir oyunu bir-iki-üç ay oynayabiliyorduk. Başlangıçta Saray Sineması`nda yapıyorduk gösterimleri.
Derneğin ömrünü MİT belirlemiş bildiğim kadarıyla.
Otuz iki tane film izlettik. Otuz iki filmin on altısını gösterdikten sonra bir gece Saray Sineması`nın kapısını MİT çalıyor. Ertesi gün Saray Sineması`nın sahibi bize, MİT`ten bir adam geldi dün gece, artık size salonu veremem, dedi. Biz bunun üzerine çok eskiden kalma bir yüz otuz beşlik film gösterici bulduk. Eski asker çankalarını bilir misiniz tahtadan yapılma. Öyle bir gösterici. Oda Tiyatrosu`nun arkasına gittik, bir perde yaptık, geri kalan on altı filmi de orada gösterdik. Filmlerin yarısı yırtıldı, o gösterici filmleri bozdu, kopardı. On altı film daha gösterdik, sonra bu işi bitirdik.
Ödüllü “Kanlı Pazar” belgeselim kayıp
1969`u anlatan “Amerikan Filosu” belgeselinizle ödül de aldınız.
16 Şubat 1969`daki kanlı pazar öncesinde bir haftalık gösteri vardı, her gün bir şey yapılıyordu. Ben ilk ki gün Bursa`daydım. Üçüncü gününden itibaren İstanbul`a katılmak üzere gittim, elimde kamerayla.
Eylemlere mi?
Eylemlere katılmaktan çok çekeyim ve İstanbul`da neler oluyor Bursa`daki arkadaşlarıma göstereyim, düşüncesiydim. İlk çektiğim filmlerdendir. Dört dakikalık bobinler halinde sekiz milimetrelik filmle. Kurgusunu da kendim yaptım, Genç Sinema`dan da bir arkadaş yardım etti. Çünkü nasıl yapıldığını bilmiyordum. Çektim ve getirip arkadaşlarıma gösterdim. İşte o filmle Hisar Kısa Film Yarışması`na katıldım ve ödül aldım.
Sonra 12 Mart döneminde belgeseliniz kayboluyor.
Kayboldu dediğim şöyle; 12 Mart döneminde her şey kaçırıldı. Bu filmi de Onat ağabey (Kutlar) kaçırdı. Bir arkadaşı aracılığıyla. O arkadaşı da götürmüş, Avrupa`da gösterilsin diye Hollandalı yönetmen Helen de Witt`e vermiş. Sonradan belgeseli ararken bu yönetmenle yazıştığım için adı aklımda kaldı. O da kaybettim diye özür dileyen bir mektup yazdı. Mektuplaştım birkaç kez, gazete ilanları verdim fakat bulamadım, diye yanıt verdi. Tek kopyaydı zaten. Sendikacıların çektiği ki o üç kopyaydı, o da kayıp, kanlı pazarla ilgili belgeseller kayıp.
Başkan önce övdü sonra rüsum istedi
Halkın ilgisi nasıldı Bursa Sinema Derneği`ne?
Doksan iki üyemiz vardı ve parayla üye olunuyordu. Önce belediye engel olmaya kalktı ve sanıyorum yine MİT`ten gelen bir baskıyla yaptı bunu. Dönemin Belediye Başkanı Kemal Bengü, çok iyi şeyler yapıyorsunuz, diyerek önce çok övdü bizi. Arkasından onun imzasıyla; belediye dedi ki bize rüsum ödeyeceksiniz. Öbür sinemalar kaç ödüyorsa o kadar ödeyeceksiniz, dedi. Adam gönderip saydırdılar parasız gösterime girenleri. Saydılar ve o rüsumu bizden aldılar.
Sonra MİT derneğin peşini bıraktı mı?
Sonra memurken MİT yine karşıma çıktı. Bu sefer 12 Eylül`dü ve MİT benim bir bursuma engel oldu bu Bursa Sinema Derneği`nden dolayı. Aslında ben o işi MİT`in engellediğine hiç inanmamıştım. Çünkü gösterdiğimiz filmler sakıncalı değildi. “Hamlet” gibi filmler gösteriyorduk. Galiba bir tek Yılanların Öcü gibi sakıncalı bir film vardı. Onun dışında hepsi sanat filmiydi. Çoğu ya piyasadan alınmış, sansürden geçmiş ya da Sinematek`te gösterilen filmlerdi.
“Gezi” yarına açılan kapı oldu
Genel olarak hayata dair iddianız nedir?
Çok geniş bir kavram, neresinden tutacağımı bilemiyorum ama ileriye açık olmak, her seferinde geriye dönük alışkanlıklarımı gözden geçirip bugüne uyup uymadıklarına bakmak ve yarına uyup uymayacaklarına bakarak, yarını kurmak, diye çok özetleyebilirim. Sonuç olarak yarından hep umutlu olmak ve nerelerir yarına doğru gittiğine bakabilmek. Mesela Gezi olaylarının çok yarın olduğunu, yarına açılan kapı olduğunu düşünüyorum ve o yarına açılan kapıyı eline geçiren herkesin bugünde tutmaya çalıştığını düşünüyorum Herkesin ama! Mesela ben antikapitalist Müslümanlarla hiç tereddüt etmeden çalışırım. Şimdiye kadar göründükleri kadarıyla. Ama mesela TKP`nin, Kürtlerin ele geçirme savaşımlarını anlamıyorum,. Çünkü onlar burada tutmaya çalışıyorlar.
Dedemin evlilik belgesini okuyamıyorum
Bursa değerlerine yeterince sahip çıkıyor mu sizce?
Osmanlı`nın kuruluşundaki Bursa`yı hâlâ doğru dürüst bilmiyoruz. Bursa hep merkezde ama bir türlü içine giremiyoruz. Mahallelerine bakıyorum, Abdal, Koğukçınar; çok o dönemden kalma isimler fakat onlara ilişkin hiçbir kaynak bulamıyorum. Zaten on üçüncü yüzyıl ve bu başlangıç dönemine ilişkin kaynakların çoğu Farsça ve Pehlevi Farçası denilen İranlıların bile okuyamadığı bir Farsça. O yüzden bulamıyoruz. On üçüncü yüzyılda Türkçe`yi ilk kullanan Yunus. Diller üzerinden gitmek ve çözmek lazım. Tabii Kemalist Devrim`in daha sonra geri dönmesi gereken şeylerden biri de Arap Alfabesi`nin insanlara yeniden öğretilmesiydi. Kemalist Devrim`in bunu ortadan kaldırmasını çok anlıyorum, hiç itirazım yok. Ama belli bir zaman geçince tehlike sınırı dışına çıkar. Çıkınca, mesela 1960`tan itibaren okullara gene Arap alfabesini koysalardı. Mesela elimde anneannemin ve dedemin evlilik belgesi var ama okuyamıyorum.
Yeniliklerden korkmamak lazım
<strong style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; outline: 0px; font