Yıllardan sonra ilk defa çevre konularında dil dökmekten usandığım Ankara’dan memnun ve mutlu dönüyorum. Nihayetinde çevreye gönül verenleri dinleyen, söylediklerini anlayan ve destek isteyen bir bakanla karşılaştım.Siyasetçi olmasına rağmen gerçekçi, pratik yaklaşım yönü güçlü ve bilgiye, tecrübeye değer veren biri…
Konuya teşekkürle girmek istiyorum. Hem çevrenin, hem de denizlerin akil insanlarını önemseyip onları dinleyen, bürokratları ile tanıştıran Bakan İdris Güllüce’ye, hem de Sadun Boro ve Meriç Köyatası gibi değerleri bir araya getirerek, çevre konularını ciddi bir şekilde sahiplenen Fatih Çekirge’ye yürekten teşekkür ederim.
Sadun Boro ile koylarda, ormanlarda dolaşırken çevre mücadelesine arkamızdan kimsenin gelmemesine çok üzülür, gelecekten endişe ederdik. Şimdi görüyoruz ki, aynı azim ve kararlılıkla bir Fatih Çekirge, bir Meriç Köyatası geliyor. Buna nasıl memnun ve mutlu olduğumuzu anlatamam.
Dileriz ki, onlar da ülkemizin doğal güzelliklerini, deniz ve koylarını, ormanlarını, göl ve akarsularını koruyacak genç Türkiye sevdalılarını, doğa savaşçılarını yetiştirirler, yol gösterirler. İnşallah bu bayrak yarışı aksamadan sürer de, çevre sorunlarımız artık sahipsiz kalmaz.
Ülkemizde çevreyle ilgili pek çok vakıf, kurum ve dernek var. Onlar da ellerinden geldiğince gayret sarfediyorlar ama, pek seslerini duyuramıyorlar. Onun için çevreciler kucaklaşmalı, haberleşmeli, güçlerini tek noktada toplamalıdırlar. Kişilerin değil, ülkenin çıkarı için yapılan mücadeleler birgün mutlaka hedefine ulaşır. Bunu da belirtmekte yarar görüyorum.
Çevre Bakanı Güllüce’nin nazik Ankara davetine katılan sivil amiralimiz Sadun Boro, Fatih Çekirge, Meriç Köyatası ve ben, kaplumbağa doğumevi sayılan İztuzu sahili ile Kisebükü Koyu’nun ticari yatırım ve faaliyetlere kapatılması talebinden başka, Gökova ve Hisarönü körfezleri ile Göcek, Ölüdeniz ve Fethiye sahillerinin de, geleceklerinin teminat altına alınmasını ve yat turizmi yapılan koylara el sürülmemesini istedik.
Bunun için haritalar üzerinde ortak bir çalışma yapılmasını ve mavi yolculuk sınırlarının bir daha zorlanmayacak şekilde güvenceye alınmasını önerdik. Bununla da kalmadık, madencilerin ormanlara, HES ve RES’lerin akarsularımıza, dere ve çaylarımıza zarar vermemesi gerektiğini de söyledik.
Evet, enerji için dışarıya büyük paralar ödeyen Türkiye’nin kendi kaynaklarını kullanmama gibi bir lüksü olamazdı ama, bunu orman ve akarsularına böylesine büyük zararlar vermeden, doğa facialarına sebep olmadan da yapabilirdi.
Çevre Bakanı hepimizi dikkatle dinledi, notlar aldı ve çok özetle şunları söyledi: -Bakanlığımızın işi zor. Sahil ve ormanlarda tahsisleri başka bakanlıklar yapıyor, ama dayağı biz yiyoruz. Zararı yok, hırpalanalım ama çevre de korunsun. İztuzu işini çözdük. Burayı Muğla Üniversitesi’ne devredeceğiz. Kumsalı da şezlong ve şemsiyelerden bile temizleyeceğiz. Kisebükü işi pek kolay görünmüyor. Yasal bütün izinleri alınmış. Buraya da bir çare aramak ve bulmak gerek. Koyları elbette koruyalım. Zaten yeni bir koruma planı üzerinde çalışıyoruz.Gelin siz de destek olun.
Haritalar üzerinde çalışalım ve koruma alanlarını sabitleştirelim. Sahillerdeki kaçak yapılara göz yummayacağız. Şimdi insansız hava aracı da alıyoruz. Tüm yapılaşmayı anında tespit edip,kaçağı engelleyeceğiz.’’ Samimi bir yaklaşımdı bu. Çevre Bakanı eleştirilere değer veriyor, yanlış varsa birlikte düzeltilmesini öneriyor ve pratik çözümler üreterek, süratli kararlar alıyor. Elbette bu kararlar sevindirici ama, hayata geçişine dikkat etmek lazım. Ankara toplantısında detaylara pek inemedik.
Ama İztuzu operasyonundaki eksikleri göz ardı etmemeliyiz.
Bakanlık kumsalı ve kaplumbağaların korumasını Muğla Üniversitesi’ne devretti ama, burada yıllarca çalışan Pamukkale Üniversitesi ne olacak? Şezlong, şemsiye ve büfe kalkarsa, yazın o müthiş sıcağında millet ne yapacak.? Yiyecek ve içeceğini beraberinde getirirse, bu sefer de kumsal çöplüğe dönecek.
Bu hafta kimseye haber vermeden, günübirliğine İztuzu’na gidip, son halini gördükten sonra çözümü kolaylaştıracak önerileri yazabilirim. Ama şimdi şu kadarını söylemeliyim ki, kaş yapalım derken göz çıkarmayalım. İztuzu kararında yerel dengeleri yok saymayalım ve turizme zarar verebilecek tutum ve davranışlardan kaçınalım.
Muğla Üniversitesi orada ne yapmalıdır, denize girecek olanların yiyecek-giyecek-tuvalet ve duş ihtiyaçları nasıl karşılanmalıdır? Güvenlik ve temizlik nasıl sağlanmalıdır? Özel Çevre’nin ahşaptan yaptığı büfe ve duşlar, sonradan Belediye tarafından çalıştırıldı ve ihtiyaçları da büyük ölçüde karşıladı. Bu veya buna benzer bir model geliştirilebilir. Dikkat edilmesi gereken çok önemli bir başka husus da, çevre konularının mutlaka siyasetten uzak tutulması ve milli menfaatlere paralel bir çizgide değerlendirilmesidir.
Bu başarılırsa, sadece İztuzu ve Kisebükü değil, ülkemizin tüm doğal değerleri de kurtulmuş olur.
İyiniyet problemlerin en güçlü ilacıdır. Şimdilik Çevre Bakanlığı’nın bu iyiniyetiyle tanıştığımız için memnunuz. İnşallah bozulmaz da, herkesi tatmin edecek güzel kararlar alınır ve uygulanır.
Kisebükü ile korunacak koylar ve yatçılığın sorunları üzerinde durmaya devam edeceğiz…
Kisebükü nasıl kurtulur? Onu da bir başka yazımda anlatacağım.