Süleyman Demirel.
Dile kolay, ülkenin inişli çıkışlı, krizli ve zorlu 50 yılında yere düşmeden başı dik tutabilmek… Bu her kula nasip olmaz. Dev gibi rakiplerin arasından sıyrılmak, onlarla mücadele ederek iktidara yürümek, darbeler ve olmadık tuzaklarla boğuşmak ve mayına basmadan 50 yılı tamamlamak, olacak iş değil.
Altı defa git, yedi defa gel… Her gelişinde bıkmadan ve usanmadan işlere, bıraktığın yerden dört elle sarıl. Yollar, barajlar, elektrik santralları ile donat ülkeyi. Büyük şehirlerde ne varsa, köylerde de olacak gibi bir hayali hayata geçir. Dünün çoban Sülü’sü dediğini yapar mı, gecesini gündüzüne katarak yaptı işte…
Olabilir, seveni de vardı Demirel’in, sevmeyeni de. Siyasete girdin mi, katlanacaksın bunlara. En yakınlarını bile karşında bulabilirsin.Çoban Sülü ne anlasın entrikadan, nereden bilsin altının oyulduğunu,büyük şehirlerin siyasi kirliliğine alışık değil ki. Bir gecede partisinden 41 arkadaşının kopup gitmesini, kendisini yalnız bırakmalarını belki de uzun yıllar anlayamadı. Kalkınmayla, projelerle, enerji santrallarıyla filan uğraşırken, neler çeviriyorlardı arkasından neler…
Geriye bakmadı, kalanlarla devam etti yoluna. Siyaset Üniversitesi’ne adımını ilk attığında 40 yaşındaydı.İlk rakibi rahmetli İnönü idi, düşünün bir.. Laf cambazı Osman Bölükbaşı, Bülent Ecevit, Turhan Feyzioğlu, Necmettin Erbakan, Alpaslan Türkeş, Turgut Özal’la yarıştı, çatıştı, mücadele etti. Edebini, üslubunu,efendiliğini bozmadı. Zaman zaman yere düşen siyaset çıtasının seviyesine inmemeye çalıştı, inmedi de…
Hasımlarını mahkemelere vermedi. Gazetecileri zindanlara tıktırmadı. En aleyhinde yazanlara bile hoşgörüyle davrandı. Kızmadı mı, insanoğlu kızmaz mı hiç? Ama kızdıklarına bile belli etmeyerek, yürüdü gitti hizmet yoluna… İyi bir demokrattı, bu keskin çizgisinden taviz vermedi. Kindar mıydı, buna ‘’evet’’cevabını kolay veremeyiz. Öyle olsaydı, affetmeyi ve bağışlamayı bilmeseydi, siyasette 50 yılı nasıl tamamlayabilirdi ki… Kızdıklarına fazla muhatap olmaz ama onları yok saymazdı, en azından gücendiğini belli ederdi.
Demirel siyasete girdiğinde, ben 22 yaşında genç bir gazeteciydim. Demokrattım ve haliyle aynı siyasi görüşe sahiptim. Yıllarca aynı kulvarda yürüdük, koşturduk, yazdık, çizdik. Zaman zaman eleştirdim Demirel’i, parti içi demokrasi ve yönetim anlayışına çattım. Hem de Adalet Partisi’nin Son Havadis gazetesinde, hem de rahmetli Barlas Küntay ile birlikte. Bu yüzden Son Havadis gazetesi satıldı ya… Arkadaşım Mustafa Özkan patron oldu, Barlas mebus seçildi, ben de Türkiye’nin o dönemdeki en büyük gazetesinin (Günaydın) Ankara Temsilcisi ve yazarı oldum.
Hey gidi günler hey… Günaydın’a geçene kadar tam 10 yıl, küçük bir süre AP’nin ilk Genel Başkanı rahmetli Ragıp Gümüşpala ile ama çok büyük bir kısmını da Süleyman Bey’le Türkiye’yi dolaştık. Türk basını nasıl dünyayı Turgut Bey’le tanıdıysa, memleketimizi de Demirel’le tanıdı. Dağı taşı, tüm Anadolu’yu defalarca birlikte gezdik. Temel atmalara, seçim seyahatlerine birlikte gittik. Geçmişin Türkiye’sinde, hele Anadolu’da asfalt yol yok denecek kadar azdı. Bu yüzden tozlu topraklı yollardan geçip, akşamları bahriye üniformasına dönen koyu elbiselerimizle dönerdik otellerimize.
O ne enerjiydi, o ne bitmek tükenmek bilmeyen bir gayretti. Biz gazeteciler yorgunluktan bitap düşerken, Demirel sabahın köründe yola çıkardı. Bazen ona yetişmekte zorluk çekerdik. Kim ne derse desin, 1965-1980 döneminin gazetecileri Türkiye’yi Demirel’le tanıdı, Demirel’le sevdi, Demirel’le öğrendi kalkınma hamlelerini.
1980 sonrası Demirel’le siyasi kafamız değil ama, yollarımız iyice ayrıldı. 1984’ten hayata gözlerini yumana kadar da, rahmetli Özal’la devlet hizmetinde çalıştığım için, Süleyman Bey’le bir araya gelemedik. Taa ki, Fenerbahçe’nin efsane Başkanı Ali Şen’in Bodrum’daki evinde verdiği yemeğe kadar… 30 yıl sonra karşılaştık, tokalaştık, muhabbet ettik, bir yerde helalleştik.
Artısıyla eksisiyle ele alındığında Demirel, ömrünü ülkesine vakfetmiş, hizmet etmiş değerli bir Türk büyüğüydü. Son yolculuğunda “Nasıl bilirdiniz’’ diye sorulduğunda, hepimiz samimiyetle “iyi bilirdik’’ dedik. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun…