Geçmiş yıllarda Avrupa basketbolu dendiğinde akıllara gelen “Sosyalist Ülkelerin” yerinde şimdiler de yeller esiyor. Ancak şu zamana kadar kazanılan başarılar gösteriyor ki, sosyalizm, spor ve özellikle basketbol konusunda kendisine ilk sıralarda yer buluyordu.
İspanya’nın son yıllara damgasını vuran hızlı hücuma dayalı, çabuk oynamayı seven, çok koşan ve sert müdafaa yapan basketbolu herkes tarafından beğeniliyor. 2009, 2011 ve 2015’te şampiyon olup, 2013 ve 2017’de ise üçüncülük kürsüsüne çıkan İspanyollara karşı kazanmak için ekstra işler yapmak gerek. Avrupa Şampiyonaları’na katılım gösteren ülkeler arasında özellikle dikkat çeken kimi ülkeler mevcut.
Bunlar arasında Rusya, Sırbistan ve Litvanya gibi ülkeleri saymak mümkün. Bu ülkeler, Sovyetler Birliği’nin 90’lı yılların başında çözülmesi ve daha sonra Yugoslavya’nın NATO tarafından parçalara ayrılması sonrası ortaya çıkan ‘piyasa uyumlu’ ülkeler olarak ayrıştılar. Kapitalist restorasyonun toplumsal yaşam ve standartları etkisini söylemek mümkünken, sporun da bu tarihsel süreçten nasibini aldığı görüldü. Ancak SSCB ve Yugoslavya gibi basketbolda ekol olmuş sosyalist ülkelerin ardından ortaya çıkan bu piyasa merkezli ülkelerin hâlâ sosyalizmin ‘ekmeğini yediği’ ortada.
Özellikle Post-Sovyet dönemde Litvanya ile Yugoslavya sonrası dönemde Sırbistan milli takımlarının altyapılarının, kapitalist restorasyon konjonktüründe de olsa, uzun süre sosyalist ekol tarafından belirlenmeye devam edildiğini görüyoruz. Geçmişe dönüp bakıldığında, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya takımlarının damga vurduğu Avrupa basketbol tarihini keşfetmek zor olmuyor. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda en fazla şampiyonluk yaşayan takım olma unvanını sürdürmeye devam ediyor.
1935 yılında İsviçre’nin Cenevre kentinde gerçekleştirilen ve Letonya’nın ilk şampiyonluğu kazandığı Avrupa şampiyonalarında 17 kez final oynayıp 14 kez şampiyonluk yaşayan Sovyet takımının özellikle 1951 ile 1971 yılları arasındaki başarısı dikkat çekiyor. O yıllar arasında tam 10 kupa kazanan Sovyetler Birliği, 90’ların başında çözülmesine rağmen bir basketbol ekolü olarak etkisini koruyor. Tabii, bu şampiyonlukların yanında 3 kez gümüş ve 4 kez de bronz madalya ve toplamda 21 madalyası olan bir ülke Sovyetler Birliği.
Bir diğer ekol ülke Yugoslavya’da da durum benzer. Sovyetler Birliği’nden sonra en çok şampiyonluk kazanan Yugoslavya’nın 8 altın, 5 gümüş, 4 de bronz madalyası var. İçinden kopan ve sosyalist olmayan olanca ülkenin basketbolda başarı gösterebilme özelliğini koruyabilmesi, sosyalizmin parçalanma öncesinde spora bir şekilde yaptığı büyük zenginlik, kolektivizm ve özgünlük aşısı ile açıklanabilir. Bireysel ve kolektivist yeteneklerin gelişebildiği, becerikli uzunların yer aldığı ve herkesin her işi yapabileceği bir fundamental (temel teknik) düzeyinin olduğu Yugoslav ekolü, basketbol literatürüne kazandırdıkları ile hâlâ etkisini sürdürüyor. Son yıllardaki Şampiyonalarda iki kapitalist ülke arasında oynanan Rusya-Sırbistan maçlarının bir SSCB-Yugoslavya karşılaşması etkisi gösteremeyeceği açıkça görüldü.
Bu anlamda artık “piyasa kurallarının geçerli olduğu” bu iki ülkeyi gereğinden fazla öne çıkarmaya da pek gerek yok. Buna göre turnuvaların eksik tarafının sosyalizm etkisi olduğu görülüyor. Bu bir organizasyon, reklam, sponsorluk harcaması ya da atılan her sayıdan çok daha değerli. İsimlerini formalarındaki harflerden çok, sporculukları ile tanıdığımız ve bunun için bir şirkete ihtiyaç duymayan, televizyon molaları ve reklamlardan fazlasıyla uzak yani Show-business olmadan ortaya çıkan bir olgu idi. Basketbol bizim için, sosyalizm sayesinde, hâlâ bir smaçtan çok daha fazlasını ifade eden bir spor dalı olarak tarihin geçmiş yapraklarında yer almaya devam ediyor.
Tekrar görüşmek üzere…