Türk sinemasında “Bay Sinema” olarak anılan yönetmen, senarist ve yapımcı Türker İnanoğlu, “Bugüne kadar 208 sinema filmi, 4 binin üzerinde televizyon dizisi ve 10 bin saatin üzerinde ‘Bir Başka Gece’ gibi televizyon programı yaptım.” dedi.
83 yıllık yaşamının 63 yılını adadığı sinemayı, “imparatorluk kurdum” diyerek tanımlayan İnanoğlu, Yeşilçam oyuncusu Gülşen Bubikoğlu ile olan evliliğini, çocukları ve torunlarıyla ilişkilerini, filmlerinde başrol oynamış ve şu an hayatta olmayan oyuncuları izlerken neden gözyaşlarına boğulduğunu, yakında temelini atacağı Karabük Üniversitesi Türker İnanoğlu İletişim Fakültesi ile yazdığı “Acısıyla Tatlısıyla Türker İnanoğlu Yeşilçam’ı Anlatıyor” kitabını AA muhabirine anlattı.
Güzel Sanatlar Fakültesinde okurken sinemaya geçen ve mesleğini Asya’dan Avrupa’ya ve Afrika’ya kadar yaptığını aktaran İnanoğlu, “Bugüne kadar 208 sinema filmi, 4 binin üzerinde televizyon dizisi ve 10 bin saatin üzerinde ‘Bir Başka Gece’ gibi televizyon programı yaptım.” diye konuştu.
“Türk sinemasının unutulmaz isimlerinden birisiniz. Bu kadar sevilmenizi, saygı duyulmanızı neye bağlıyorsunuz. Sinemayla aranızda büyük bir aşk olması lazım. Yapımcılık serüveni nasıl başladı?”
“Ben bu mesleğe tesadüf eseri girdim. Kanlıca’da komşumuz, son Osmanlı sadrazamlarından Saffet Paşa’nın yalısına geldiğinde filmcilerle tanıştım. Asistanlık teklif ettiler. Ne olduğunu bile bilmiyordum. Anlattılar, deneyelim dedim. İkinci gün çok sevdim bu işi. Zannediyorum biraz başarılı da oldum. Halkın istediği, bilhassa ailenin sevdiği bir yapımcı oldum. Filmlerim bir zamanlar gişe rekorları kırıyordu. Sonra televizyona döndü iş reyting rekorları kırmaya başladı. 500 bölümü geçen ‘Çiçek Taksi’, ‘Arka Sokaklar’ dizilerim var. Halkı takip etmek ve yakın olmak sanıyorum bana bu başarıyı getirdi. Mesleğimle ilgili bir şey almak için yerli ve yabancı romanları çok okudum. Onları not alarak, yabancı romanları okuyarak, filmleri seyrederek ilerledim. Gözümden rahatsızlığım, çok okumak ve çok izlemekten kaynaklanıyor. Benim 92 bin ciltlik kütüphanem var.”
“Yabancı Damat dizisi Türkiye’deki dizilerin dünyaya satılmasının ilk örneğidir”
“Çok okuyan mı çok gezen mi bilir diye sorsak?”
“Çok da gezdim. Bütün Avrupa ülkeleri Amerika, İran ile İtalya, Hong Kong, Yunanistan ve Fransa ile co-prodüksiyon (ortak yapım) yaptım. Yunanistan ile ‘Yabancı Damat’ dizisi Türkiye’deki dizilerin dünyaya satılmasının ilk örneğidir. Dizi Yunanistan’da oynadığı zaman sanki sokaklarda nüfus sayımı vardı. Yunanistan Dışişleri Bakanı Dimitrios Avramopulos beni davet ettiği ve Türk-Yunan dostluğu adına ödül verdiği zaman, ‘Biz pazartesi mecliste çalışırız. Dönerken arkadaşlara sorardım. Sokaklar çok tenha, niye?’ Türk dizisi oynuyor, derlerdi. Ofise gittiğimde sekreterler, korumalar yerinde yok. Çağırıp onlara ‘Hani siz Türkiye düşmanıydınız? Türkleri sevmezdiniz? Ne oldu?’ demiş. ‘Efendim, bu başka dediler. Sanatçılar, müzisyenler, politikacılar, sporcuların yapamadığını sen bir diziyle yaptın. O yüzden seni takip ediyorum, davet ediyorum.’ dedi. Yabancı Damat’ın aldığı rakama ulaşabilmiş dizi yok.”
“Sevilmenizin ve tutmanızın formülü nedir?”
“(Turgut) Özal’ın Devlet Planlama Başkanı olduğu dönemde onun transferi sayesinde getirdiğim, Cannes Film Festivali’nde gördüğüm videoyu 1978’de Türkiye’ye soktum. Bunu üniversitelerden önce kendisi biliyordu ve tüm gelişmeleri takip ediyordu. ‘Avrupa’daki Türkler, Türklüğünü, benliğini, kimliğini, dinini, dilini kaybetmek üzere.’ diyerek beni destekledi. Yıllar geçti, Özal başbakan oldu. ‘İcraatın İçinden’ döneminde onunla 1985- 1991 arası çalıştım. Turgut Bey’den sonra Yıldırım bey, daha sonra Mesut Yılmaz Bey’e kadar devam ettik. Özal bana, ‘Ülkemizin insanını biliyorsun, tanıyorsun.’ dedi. Uyduyu Türkiye’ye getirdim. TRT kurumu sonrası ilk televizyon stüdyosunu kurdum. Büyük ses getiren çekimler yaptım. Sonra TİM’i kurdum. 71 ülkeden gruplar getirdim. Çin’den ve Sovyetler Birliği’nden ödüller aldım. Sonra TÜRVAK Müzesi’ni, Sinema Eğitim Merkezi kurdum. Deprem döneminde Sakarya’dan burslu öğrenciler okuttuk. Onların yüzde 90’ı televizyonların üst düzeylerinde çalışan ve prodüksiyon şirketleri kuran gurur duyduğum kişiler oldu. Sinemaya emek vermiş emekçilerin vefatından sonra ihtiyaç sahibi ailelerine yardımcı oldum.”
“Gidenlerden en çok kimleri özlüyorsunuz?”
“Hepsini çok özlüyorum. Gidenin yerine konmuyor hanımefendi. Giden gidiyor! Bir tane Hulusi Kentmen’in, Öztürk’ün (Serengil), Necdet Tosun’un yerine konmuyor. Onların ahlakı da, terbiyesi de, sevgisi de başkaydı.”
“Bir oyuncunun haftada 100 bin alması normal değil”
“Şöhretin değiştirmediği isimler diyebilir miyiz onlara?”
“Tabii. Eskilerde para yoktu. 3 kuruşa çalışıyordu. Televizyon yoktu. İmkansızlıklar içindeydiler. Haftada 100 bin alan sanatçı var televizyonda. 70-80 tanesi 20- 50 arası alıyor ama 100 bin alan bile var.”
“Reklam bütçelerinin yüksek olduğu düşünülürse 100 bin alması bir oyuncunun normal mi anormal mi sizce?”
“Değil tabii. Hiçbir zaman normal değil. Her şey belli yani. Bilhassa şu dönemde, ekonomik sıkıntı ve darboğazın arasında.”
“Safranbolu’da Karabük Üniversitesi Türker İnanoğlu İletişim Fakültesi adını verdiğiniz bir okul yapıyorsunuz. Bahsedebilir misiniz? Temelini ne zaman atıyorsunuz?”
“Bir ay içinde. Ben Safranboluluyum. Safranbolu’yu da çok seviyorum. Yaşamım iki yerde geçti, hem Safranbolu hem Kanlıca. İki yeri de çok seviyorum. Safranbolu Karabük Üniversitesi Fahri Doktora Ödülü verdi. Onu almaya gittiğimde çok mutlu oldum. Arkadaşlarımı, dostlarımı gördüm. Yıllardır gitmiyordum. Orada talihsiz bir kaza geçirmiştim. Ödülü almaya gittiğimde arkadaşlarım, ‘Seninle memleketlimiz olarak iftihar ediyoruz. Bir şey bırak buraya.’ dediler. İletişim fakültesi yapma fikrini attılar. Kaymakamlık binası vardı. Çok güzel bir yerdeydi. O taşınacakmış. Oranın yerine bizim üniversiteyi kuruyoruz.”
“Hangi bölümler olacak içinde?“
“İçinde Sinema, televizyon, tiyatro, gazetecilik, iletişim, fotoğrafçılık, dijital, sosyal medya bölümleri olan bir okul olacak. Sanıyorum en iyisi olacak. İstanbul’dan da arkadaşlarımızı göndereceğim. Ayda bir kere gidecekler. Her hafta ayrı bir hoca gidecek. Bir üniversite olacak. Bunu da devlete hibe edeceğim.”
“Ben imparatorluk kurdum ülkemizde”
“Dijital medya deyince kızınızı konuşmak isteriz. Kızınız dünyada ses teknolojileri üzerine ödül almış bir yazılımcı. Ondan ve çocuklarınızdan biraz bahsedebilir miyiz?”
“İki çocuğum, iki torunum var ve hepsini de çok seviyorum. Zeynep, Koç Üniversitesi’ni birincilikle bitirdi. Harvard’a gitti ve iyi bir dereceyle bitirdi. Ondan sonra Cambridge Üniversitesi’nde doktorasını yaptı. Sonra Google’da çalışmaya başladı. Oradan yükselerek çalışmasına devam etti. İftihar edilecek bir kız. Her taraftan teklifler alıyor. Hem elektrik-elektronik mühendisi oldu Harvard’da, hem de yüksek lisansını Bilgisayar Mühendisi olarak yaptı. Dünyanın en büyük üç üniversitesini halletti.”
“Oğlunuz İlker İnanoğlu da yurt dışında okudu değil mi?”
“Evet. Önce İngiltere’de, sonra Fransa’da okudu. Onun da Türkçe’den iyi İngilizce ve Fransızcası vardır. Artistliğe ve filmciliğe meraklıdır. İnşallah onlar burayı halledecekler.”
“Oğlunuz biraz daha sizin izinizden gidiyor galiba”
“Affedersiniz ukalalık olarak almayın, ben imparatorluk kurdum ülkemizde, her şeyiyle. Benim gönlüm bunu devam ettirmelerinden yana.”
“Sizden sonra diye mi düşünüyorsunuz? Allah uzun ömürler versin”
“Evet, artık 83 yaşındayım. Şu okul işini halledeyim. Kafamda şu an söyleyemeyeceğim bir fikir daha var. Eğer onu da yaparsam sonra da bitti her işim. Ama ikincisi şimdi gizli tuttuğum bir konu.”
“Merak edilen bir konu, sormadan geçemeyeceğim. Türkiye’nin en güzel hanımlarından biri olan Gülşen Bubikoğlu ile mutlu bir evliliğiniz var. Ama bir sır gibi yaşıyorsunuz.. Neler yapıyorsunuz birlikte özel hayatınızda?”
“Valla ben çok hastalık geçirdim. 6 büyük ameliyat oldum. İkisi akciğer kanseri, biri aort damarından. Kalbime birtakım işlemler yapıldı. Yüzümde de 2 tane, en tehlikelisi Malign Melanom cinsinden kanser çıktı. Bunlar büyük ameliyatlar. Bu son olaylarda belim ve omurgamı kırdım. Hastalıklarla çok uğraştım. Ben dışarı çıkmıyorum. Dolayısıyla Gülşen de çıkmıyor. Bunun için sır gibi kalıyor. Ben ancak cenazeye giderim. Her cenazeye giderim. İkincisi nikah salonuna veya ailede yapılan nikah törenlerine giderim. Zengin şatafatlı, eğlenceli düğünlere gitmiyorum, gidemiyorum. Onun için bir sır gibi kalıyoruz. Ama normal bir hayatımız var. Bodrum’da bir evimiz var. Sapanca’da çiftliğim var. Kanlıca’da evim var babadan kalma.”
“2000’lerde sinemaya zehir gibi çocuklar geldi”
“Nasıl bir babasınız?”
“Vallahi dışarıdan beni sert görüyorlar. Ama biraz yakınlaştıktan sonra anlıyorlar, çok yufka yürekli, yumuşak bir insanım. İyi babayım ben. Çocuklarıma çok iyi bir eğitim verdim, çok iyi bir yaşam sundum onlara.”
“Baba için kız çocuk daha farklı olur derler”
“Yok, ikisi de aynı. Şimdi bir torun var Zeynep’in oğlu. O biraz hepsini solladı. Üniversite mezunu bir torunum var İlker’den. Amerikalı o. Tabii Türkçe bilmediği için tam kaynaşamadık onunla. Öbürü açıyor telefonu, ‘Neredesin dede? Niye gelmiyorsun?’ diye başlıyor konuşmaya.”
“Sizce Türk sinemasının en iyi filmi, en iyi kadın ve erkek oyuncusu ve en iyi yönetmeni kimdir?”
“Ben hepsiyle bir sevgi yumağı gibi oldum. Eni yok bunun. Türkan Şoray’ı da çok sevdim, Hülya Koçyiğit’i de, Fatma Girik’i de, Filiz’i (Akın) de, Gülşen’i (Bubikoğlu) de. Hepsi benim en çok sevdiğim kişiler. Bir tarafta da Ayhan Işık, Cüneyt Arkın, Tarık (Akan) bilhassa Allah rahmet eylesin, Kadir (İnanır), Sadri Alışık, çok canımdı. Kemal Sunal yakın arkadaşımdı. Enler yok. Siyah beyaz bir film söyleyeyim. Memduh Ün’ün yaptığı Üç Arkadaş’a aşık olmuştum. Ama Türk sinemasına asistan olmama vesile olan ‘Kanun Namına’ ve ‘Allahaısmarladık’. Kemal Film’in filmleriydi sanırım.”
“Son dönem sinemayı nasıl buluyorsunuz? Beğendikleriniz?”
“Çok güzel buluyorum. Gözümden dolayı fazla film seyredemiyorum. Ama 1990’lı yıllarda filmler yapıyorlar ama kendileri bile anlamıyorlardı tahmin ediyorum. Sanırım karı-koca kendileri izliyorlardı. Ama 2000’lere geldiğimizde çok zehir gibi çocuklar geldi. Bunun nedeni eğitim. 18-20 üniversitede sinema eğitimi veriliyor. Hepsi pırıl pırıl. Allah yollarını açık etsin. Biz Yeşilçam sineması olarak zahmetini, külfetini çok çektik. Onlar inşallah sefasını sürer, dünya çapında eserler yaparlar.”
“Duvarlarınızı süsleyen yıldızların içinde filmlerinizin başrol oyuncularınızı görüyoruz fotoğraflarda.”
“Bunlar benim göz bebeğim. Onlara bakarak eski günleri yad ediyorum. Hepsi bir mücevherdir ayrı ayrı hepsi.”
“Kimisinde siyah kimisinde beyaz etiket var.”
“Siyah olanlar vefat edenler, beyazlar hayattakiler.”
“Siyah ve beyazlara bakınca sanki yarı yarıya gibi. Siz saydınız mı? Siyahlar çoğunlukta galiba değil mi?”
“Aman saymayayım, üzülüyorum sonra. Bazen gece yarıları siyah beyaz filmleri veriyorlar bazı kanallar. Bilhassa ramazanda. Onları seyrederken ağlıyorum. İnsan yaşlanınca daha hisli, daha duygusal oluyor. Seyretmeyeceğim diyorum, yine seyrediyorum ve hüngür hüngür ağlıyorum.”
“Öztürk Serengil, çok komik, müthiş bir oyuncuydu”
“Onları özlediğiniz için mi ağlıyorsunuz?”
“Onlarla geçen anılar gözümün önüne geliyor.”
“Bir fotoğrafta Öztürk Serengil ile bir yerdesiniz, çok genç hali.”
“Çok komik, müthiş bir oyuncuydu. Deliydi biraz. Hakiki deliydi. Deli gibiydi. Onunla setlerde çalışırken zaman kahkahalarla geçerdi.”
“Özellikle Yeşilçam’da bazı değerleri ön plan çıkarmayan ve daha aşağı gösteren dönem olduğu yönünde bir eleştiri var. Siz de katılıyor musunuz?”
“Duymadım. Katılmıyorum da. Ben ne seks filmi, ne karate, ne dini film yaptım. İdeolojik tarafı olan film yapmadım.”
“Şu sıralar kitap hazırlığındaymışsınız?”
“Acısıyla Tatlısıyla Türker İnanoğlu Yeşilçam’ı Anlatıyor, kitabını yazıyorum. Türk sinemasını, acısıyla tatlısıyla, yaşananları, içinde draması ve komedisiyle hiç kimsenin özeline girmeden hazırladığım bir kitap bu. Tatlı ama dramatik olanlar da var içinde. İntihar edip ölen arkadaşlar da var. Daha devamı var yazıyorum. Yarısı bitti.”
“Kim var intihar eden yazdığınız kitapta?”
“Suphi Kaner.”
“Niçin intihar etti?”
“Fazla alkolden. Türkiye’nin en iyi modern komedyenlerindendi. Sadri’den (Alışık) önce. Onun iki çocuğunu yıllar sonra terörist olarak yakaladılar. Çok üzülmüştüm ama yapabileceğim bir şey yoktu.”
“Yeni bir projeniz var mı?”
“Evet. Arka Sokaklar dizisi devam ediyor. Şimdi bir de Nobel Edebiyat ödülünü alan Mısırlı Necib Mahfuz’un ‘Başlangıç ve Son’ isimli kitabını dizi yapacağım. Telif hakkını aldım. Yılbaşını bulur başlaması.”