“Ülkenin refah seviyesini artırmak istiyorsak, ‘katma değeri yüksek ürünlerde bizim imzamız olsun’ diyorsak, kadına şiddet, taciz, iletişimsizlik, demokrasi, insan hakları, hoşgörü gibi sorunlara çözüm bulmak istiyorsak kaliteli eğitim şart.” Bu cümlelerin sahibi uzun yıllar kendisini eğitime adamış Mehmet Yıldız. Yıldız’a göre ezberci eğitim sistemi yanlış. Bunun yerine öğrenci sorgulamalı ve uygulayarak öğrenmeli, tüm vatandaşlar eğitime eşit ve adil bir şekilde ulaşabilmeli. Yıldız neredeyse her şehirde kurulan üniversitelere de sadece sayısal boyutta bakmıyor. Konuya, “Eskiden her şehirde üniversite yoktu, doğudan batıdan tüm gençler üniversite için bir lokasyonda buluşuyordu. Birbirlerini anlıyor ve gelecek için bir araya gelebiliyorlardı. Şimdi neredeyse her kentte üniversite bulunması bu bağı kopardı. Toplumsal barışa engel oldu” diyerek sosyolojik bir yaklaşım da getiriyor. ‘Araştırmaya, düşündürmeye ve eleştirmeye teşvik eden bir eğitim modeline sahip olmalıyız’ diyen Mehmet Yıldız’la eğitimin her boyutunu konuştuk.
Bir ülkenin ve o ülke vatandaşlarının refah düzeyinin artmasının eğitimle doğru orantılı olduğunu biliyoruz. Bu kapsamda ilk olarak Türkiye’nin eğitimde geldiği noktayı nasıl değerlendirirsiniz?
Olaya rakamsal olarak baktığımızda; ilkokul ve ortaöğretimde 18 milyon, yüksek öğretimde ise 4,5 milyon öğrenci bulunuyor. Yani ülkede 22 milyon öğrenci mevcut, öğretmen sayısı ise 1,2 milyon civarında. Aslında bu kadar öğrenci ve öğretmenin dünya sıralamasında nerede olduğunu gösteren her 3 yılda bir yapılan PISA sınavı bulunuyor. Bu sınav, eğitim sisteminin nerede olduğunun çıktılarını veren en önemli ölçüt. Türkiye’ye baktığımızda PISA’da son yıllarda 1-2 puan sıra atlamamıza rağmen gelişmiş ülkeler düzeyinde oldukça gerideyiz. Bunun temel nedeni ise mevcut eğitim sistemi.
Yani istediğimiz düzeyi yakalıyor olmamamızın nedeni temeldeki bir hatadan mı kaynaklanıyor?
Size bunu Albert Einstein’in bir sözüyle açıklayayım; ‘Eğitim gerçekleri öğretmek değil düşünebilmek için aklın eğitilmesidir.’ Fakat bizim eğitim sistemimiz bu sözün tam tersi yönünde ilerledi. Biz öğrencilere var olanı öğretmeye çalışıyoruz. Halbuki araştırmaya, düşündürmeye ve eleştirmeye teşvik eden bir eğitim modeline sahip olmalıyız. Buna sahip olmadıkça ne yazık ki bu tabloyla karşılaşmaya devam edeceğiz. Son yıllarda siyasi, sosyal, etnik ve gelir grubu olarak daha da ayrıştık. Tek birleşeceğimiz nokta ise; çocuklarımız. Onların ve ülkenin refah seviyesini artırmak istiyorsak kaliteli bir eğitime yönelmek zorundayız.
Değişmemesi ve ısrarla iyileştirilmesi gereken tek şey eğitim. Herhangi bir ürünü değiştirebilirsiniz, tasarım değişikliği yapabilirsiniz ama eğitimde bu söz konusu olamaz. Çünkü eğitim tamamen insan odaklı. Eğer insanla uğraştığınız bir eğitim sisteminde çok kısa aralıklarla değişime gidiyorsanız toplumdaki gelişmişliği negatif yönde etkilersiniz. Örneğin Finlandiya’da sistem yaklaşık 50 yıldır aynı. Orada siyasetten bağımsız, kaliteli eğitimi nasıl verebiliriz ve bu eğitim sistemi içerisinde var olan aksaklıkları nasıl düzeltebiliriz düşüncesinin peşindeler.
“DÖRT YIL BOYUNCA HALTER KALDIRTTIĞINIZ BİR ÇOCUĞU, 100 METRE KOŞTURAMAZSINIZ”
Sistemde yaşanan bu sık değişiklerin öğrenci ve veli üzerine yansıması nasıl oluyor? Sizce bunca değişikliğe rağmen içerisinde bulunduğumuz sınav sistemi doğru ve adaletli mi?
Eğitimde mutlaka ölçümler yapılmalı. Fakat 8 yılın değerlendirmesini yapmadan, 8 yıl sonunda 3 saatlik bir değerlendirmeye tabi tutarsanız ya da 4 yılın sonunda öğrencinin üniversite sınavına girmesini isterseniz, eğitim sadece seçenekler arasında ilerler. Yani ortaöğretimde 4 seçenek arasında doğruyu, üniversitede de 5 seçenek arasında doğruyu bulmayı öğretirsiniz. Çocukların gelişimlerini ve yeteneklerini destekleyecek bir müfredattan uzaklaşırsanız, akılcı bilime dayalı bir değişiklik yapmazsanız sonuç sadece sınava dayalı olacaktır. Bu da öğrenci ve veli üzerinde gelecek kaygısı, maddi ve psikolojik yük olarak kalmaya devam edecektir. Mevcut sistemi bir örnek üzerinden açıklayayım; 3 saatlik sınavla öğrenciyi fen lisesi, Anadolu lisesi, imam hatip lisesi, teknik lise ya da spor lisesine alıyorsunuz. Diyorsunuz ki ‘biriniz halter, biriniz tenis, biriniz boks, biriniz güreş, biriniz atletizm, biriniz basketbolla uğraşsın, 4 yıl boyunca bu alanlara eğilin.’ Daha sonra üniversite sınavında ise ‘100 metreyi koşun, hanginiz daha iyi koşarsanız sizi üniversiteye alacağız’ diyorsunuz. Bu çok adaletsiz. Siz 4 yıl boyunca halter yaptırdığınız çocuğu, 100 metre koşturamazsınız. Böyle devam ettiği sürece sonuç değişmez.
Türkiye’de nasıl bir yol izlenmeli ki eğitim sistemi, gelişmiş olan ülkelerle yarışır hale gelsin? Ülke için en doğru eğitim modeli sizce nedir?
Öncelikle okul öncesi eğitimi 3 yaşa indirip zorunlu hale getirmeliyiz. Çünkü çocukların zihinsel ve bedensel gelişimlerinin en hızlı olduğu yaş, okul öncesi dönemdir. Ülke için en uygun model diye bir şey yok. Her ülkenin kendi koşulları, değerleri var. Dünyada eğitimin çok iyi örnekleri bulunuyor. Bunların bu kadar iyi olmasının nedeni ezberci eğitimden kurtulmaları. Diğer yandan hayatımızda internet gerçeği var ve bundan dolayı çocuklar artık dünyayla entegre durumdalar. Eğer bu çocuklar dünyayla yarışacaksa, dünya ölçeğinde bir eğitim modeli geliştirmek zorundayız. Çocuk ana dilini, iyi bir yabancı dili, analitik düşünme becerilerini geliştirecek matematiği, çağımız için gerekli olan teknolojiyi ve iletişim becerilerini çok iyi geliştirmeli. Bunun yanı sıra çocukların kişisel gelişimi için spor ve sanatla uğraşmaları da gerekli. Çocuklarımızı çok yönlü yetiştirmediğimiz, yalnızca seçenekler arasında sıkıştırdığımız takdirde gelecekte daha büyük sıkıntılar yaşayacağız. Günümüzün şartlarına uygun bir modele dönüş yapmadığımız sürece bu kör dövüş devam edecek.
Okul öncesi eğitime bir parantez açmak istiyorum. Okul öncesi eğitimin ileriye dönük katkısı ne olur? Neden bu kadar önemli? Bursa’da yeteri kadar kurum var mı?
Bursa’da okul öncesi eğitim kurumu yeterli sayıda değil. İşte tam bu noktada yerel yönetimlerle, kamunun ortak hareket etmesi gerekiyor. Örneğin İsviçre’de yerel yönetimler okul öncesi eğitime ciddi katkıda bulunuyor. Bursa’da da Büyükşehir önderliğinde ilçe belediyeler birlikte hareket ederek, okul öncesi eğitime yönelik katkı vermeli. Ancak bu şekilde okul öncesi eğitimde okullaşma oranı yüzde 90’lara ulaşır. Bu da annenin işgücüne katılmasını sağlar. İstatistiklere göre çocuk, okul öncesi eğitime başlıyorsa gelecekte ülke ekonomisine 7 kat katma değer üretiyor. Ancak okul öncesi eğitim almadan üniversiteden mezun olursa bu katkı 2 kata düşüyor. Aslında refaha en büyük katkı okul öncesi eğitimle sağlanır.
“FIRSAT EŞİTLİĞİ OLMAZSA GELECEKTEKİ HAYAT DA EŞİT OLMAZ”
Eğitim ve öğretimde olması gereken bu önemli hususların birçoğu ne yazık ki devlet okullarında bulunmuyor. Daha çok özel okullarda bu eğitimlere yer veriliyor. Bu nedenle devletten özel eğitim kurumlarına kaçış oluyor diyebilir miyiz?
Türkiye’de özel okullaşma oranı yüzde 7 civarında. Aslında eğitimde, devlet-özel ayrımı olmaması lazım. İkisinin de kaliteli eğitim vermesi şart. Özel okullar kendi rekabetleri ya da var olma içgüdüsel davranışları içerisinde mutlaka dünya ölçeğinde örneklemeler yaparak çocukları geleceğe taşımak istiyorlar. Ve bu fark, özelle devlet arasında gün geçtikçe açılıyor, eşit şartlarda yarışmıyorlar. Eğitimde fırsat eşitliğinin her yerde olması lazım. Çünkü eğitim bir haktır, ayrıcalık veremezsiniz. Farklı açıdan bakalım, toplumsal barışı sağlamak istiyorsak mutlaka eğitimi herkese eşit, ulaşabilir hale getirmeliyiz. Köydeki bir çocuk kaliteli eğitime erişemiyorsa o zaman biz eğitimde fırsat eşitliğinden bahsedemeyiz. Bu fırsat eşitliği olmadığı sürece çocukların gelecekteki hayatları da eşit olmayacak.
Peki Bursa özeline dönecek olursak, ne yapılırsa eğitim daha kaliteli bir hale getirilebilir?
Bursa sanayi ve tarım kenti. Bursa’da yapılacak şey sanayi ile üniversite ve meslek liselerinin somut anlamda iş birliği yapmasını sağlamak. Öyle bir iş birliğine gidilmeli ki Bursa, tasarım, robotik mekatronik alanlarında çok daha üst noktalara çıkmalı. Hep ‘üniversite-sanayi iş birliği’ deniliyor ama bir türlü hayata geçirilemiyor. Bunun üzerine odaklanmamız gerekiyor. Çocuklara yalnızca amfilerde ders verip, dört yılın sonunda ‘hadi sanayiye’ diyemeyiz. Yüz binlerce öğrenci iş, sanayiler de iş gücü arıyor ama bu iş birliği sağlanamadığı için bir türlü ortak noktada buluşamıyorlar.
Bir araya gelememenin temel nedeni nedir? Nasıl bir sistem ortaya konmalı ki üniversiteden ya da liseden mezun olan öğrenci işe hazır hale gelsin?
En büyük neden, sanayicinin üretime katkı sağlayacak donanımlı eleman bulamaması. Yani kısır bir döngü söz konusu. İşverenle üniversite ve meslek liselerinin eğitim sistemi birbirine entegre değil. Bu sorunun ortadan kaldırılması, buluşmanın sağlanması için OSB’ler içerisine meslek liseleri oluşturulmalı. Meslek liselerinin müfredatı dahi iş dünyasıyla birlikte harmanlanmalı, hatta işin yetkin kişileri öğrencilere ders vermeli. Bu okullarda yetişen öğrencilere de iş garantisi sunulmalı. Bunlar zor değil, yeter ki bu konuya odaklanalım.
“YABANCI ÜLKELER KÖY ENSTİTÜLERİNİ ÖRNEK ALDI”
Köy enstitüleri örneğini çok sık duyuyoruz. Neden bu sisteme özlem bu kadar yüksek?
Köy enstitülerinin temel felsefesi; yaparak ve yaşayarak öğretmekti. Yani şu anda eğitimde öne çıkan ülkelerin yaptığı şey yıllar önce Türkiye’de yapılmıştı. Yaparak, yaşayarak, uygulayarak öğrenme modeli. Uluslararası bir toplantıda, Amerikalı eğitimci köy enstitülerini örnek aldıklarını söylemişti. Köy enstitüleri, çağdaşlığı ve bilimi temel alan modeldi. Bu model, günümüz koşullarına uyarlanıp devam ettirilebilirdi.
“HER KENTTE ÜNİVERSİTE AÇILMASI TOPLUMSAL BARIŞA ENGEL OLDU”
Eğitimin sosyal bir boyutuna değindiniz aslında. BTSO’da gerçekleştirilen bir toplantıda YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özva’ya da her şehirde üniversite açılmasının sosyolojik boyutunu soran bir soru yönelttiniz. Eğitimin hayata değinen güçlü bir yanı olduğunu mu söylüyorsunuz?
Bu ülkenin toplumsal barışa ihtiyacı var, bunu sağlayacak olan kesim ise gençlerimiz ve çocuklarımız. Önceden devlet, yüksek öğretimi belirli coğrafyalara bölmüştü, her kentte üniversite yoktu. Siirtli ve Edirneli iki genç farklı bir şehirde üniversite okumak için buluşuyordu. Farklı şehirlerden, etnik kökenlerden bir araya gelen öğrenciler, birbirlerini anlıyor ve ortak gelecek üzerinde birleşiyorlardı. Ama şu an her kente bir üniversite kurulmasıyla öğrenciler kendi memleketinde kaldı. Bu da gençlerin birbirinden uzaklaşmasına neden oldu. Birbirini tanımayan, hayata farklı bakan gençlerin ortak bir gelecek üzerinde uzlaşması ve toplumsal barışa katkı sağlaması mümkün değil. Onun yerine bazı kentlerde, üniversite sayılarını artırabilirdik. Ya da şehirlere özgü tematik üniversiteler açabilirdik. Çünkü üniversite yalnızca meslek edinilen bir kurum değil, kişilerin sosyalleşmesi, birey olmaları, özgür karar verebilmeleri noktasında son çıkış. Çünkü bu gençler, üniversiteyi bitirdikten sonra çalışma yaşamı içerisine giriyor, toplumsal hayatta bir rol almak üzere yola çıkıyor. Ülkenin farklı coğrafyalarını, o coğrafyalardaki insanları tanımadan hayata atılıyorlar ve toplumsal barışı sağlamaktan da uzaklaşıyorlar.
“ÖN YARGILARI KENARA BIRAKMALIYIZ”
‘Eğitim, en kıymetli ve en çok üzerinde durulması, boşluk bırakılmaması gereken bir konu. Siz bir ürünü beğenmeyip bir süre sonra değiştirebilirsiniz ama eğitimde böyle bir şansınız yok. Çıktısı uzun yıllar sonra ortaya çıkan, bireyin hayatını ve ona bağlı olarak da toplumun değişmesini olumlu ya da olumsuz yönde etkileyen bir konu. Bu nedenle eğitim modelleri üzerinde çok fazla kafa yormamız ve uzun yıllar arkasında duruyor olabilmemiz gerekiyor. Dünya ölçeğinde çocukların sorgulayan, araştıran üreten ve bireysel anlamda kişisel özelliklerine bağlı olarak yetkinliklerini artıran bir eğitim modeli olması gerekiyor. Bunun dünyada pek çok modeli var. Bunları harmanlayarak, ülkemizin kültürel ve sosyolojik yapısına entegre edip arkasında çok uzun süre durmamız gerekiyor. Ayrıca eğitim, zaman zaman güncellenmeli çünkü dünya sürekli değişiyor. Yeni eğitim modelleri üzerinde öğretmenlere de eğitim vermemiz, öğretmenliği kariyerli bir meslek haline getirmemiz gerekiyor. Ön yargılarımız ve siyaseti bir kenara bırakıp eğitim konusunda uzlaşırsak toplumsal barışı da refahı da sağlayabiliriz.’
“SORUNLARIN KÖKENİNDE EĞİTİMSİZLİK YATIYOR”
Türkiye’de yaşanan bütün sorunların; etnik, siyasi aile içi şiddet, taciz, kadına şiddet her şeyin temelinde kalitesiz eğitim var. Eğer biz kaliteli eğitimi getiremezsek, herkese eşit ve adil eğitimi sunamazsak, bütün ön yargılardan bağımsız, eğitim için hareket edemezsek sonuç kötü olur. Ne toplumsal uzlaşmayı sağlayabiliriz ne kalkınmayı… Ne kadına şiddeti ortadan kaldırabiliriz ne de tacizi… İşimizin gücümüzün eğitim olması gerekiyor. Ama bütün ön yargılardan bağımsız, bütün kesimi kucaklayabilecek kaliteli eğitim.