Dilek Atlı
Yazar Seygin Kaymaz, April Yayınları’ndan çıkan son kitabı Bakele ile öykü dünyasının kapılarını araladı. Kaymaz’ın okurlarına zaman zaman yazıp hediye ettiği öykülerden oluşan kitap, gerçek hayat ve kurgunun bir araya geldiği bir yapıt. Kaymaz, kişisel yazın dünyasında olup bitenler ve son kitabı Bakele ile ilgili sorularımızı yanıtladı.
Öykü kitabınızda 32 farklı öykü var. Bu öyküleri ne kadar sürede biriktirdiniz?
Tam süresini bilmiyorum. Mektupkardeşler ve facebookkardeşler için yazılıp onlara hediye edilen hikâyelerdir. Önceki iki hikâye kitabımda da böyle olmuş, hoş bir hafta sonu geçirsinler diyerek mektupkardeşlerime yazıp yolladığım hikâyeler günün birinde “Kitabın yeri ayrıdır” dedirtmişti bana. Oluyor böyle. Kitap okurlarıyla da buluşmak, dertleşmek, beraber gülüşüp beraber hüzünlenmek istiyor insan. ‘Bakele’ böyle doğdu işte. Zannedersem en fazla altı ayda yazılıp bitmiştir.
Sizi art arda gelen romanlarınızla takip ederken Bakele öykü kitabı nereden çıktı? Bir soluk mu? Yoksa öyküye uzun bir ara mı verdiğinizi düşündünüz?
Dileyen her okur bana ulaşabilir, evvelce mektuplaşmaya, haberleşmeye, uzaktan uzağa da olsa selâm sabah etmeye başladığımız bir dünya dostum olmuştu. “Yeni roman ne zaman gelecek? Biz burada bekleyip duracak mıyız?” diye şakalaşıyorlar, takılıyorlardı o dostlar. Ben de gene şakacıktan, “Alın o zaman, şimdilik bular var elimizde” deyip hikâye ettiğim şeyleri onlarla paylaşmaya başladım. Günü gelince de biliyorsunuz: Kitabın yeri başkadır.
Birbirinden ayrı öyküler olsa da altını çizdikleri paydaş bir duygu ya da düşünce var mı?
Kasıtla, aman da şu mesaj çıksın diye yazılmadı hikâyelerin hiçbiri. İçimden geldiği için ve tam da “öyle” geldiği için yazıldı. Sonradan geriye dönüp bakınca “Evet!” diyesim geliyor. Bol bol empati, anlayış, herkesi ve her şeyi olduğu gibi kabullenme, sevdâ, hâttâ aşka dair duygular resmedilmiş.
Bakele öyküsü başta olmak üzere diğer öykülerdeki karakterlerin hangileri gerçek, sizin hayatınızdan kimseler?
Kayıp baba figürü var; bizi terk edip gitmiş babamdır kendisi; beş kardeşin en küçüğüymüşüm, beş yaşındaymışım. Sabiş var bazı hikâyelerde; bizi babasız büyütmüş, 2000’de kaybettiğim annem. Sertliğiyle, tersliğiyle, dobralığıyla, deli doluluğuyla Hülya var; eşim. Ki kitaptaki Hülya hakikisinin yanında yunmuş yıkanmış kalır. Bunlar haricinde bol bol ben varımdır; bilemiyorum. Gelip geçti zannettiğim duygular, görüler, acılar, sevinçler vardır. Hayatımda olmayan, ama oralara bir yerlere ilişmiş bir sürü güzel, çirkin insan vardır.
Çocukluğunuzu geçirdiğiniz Konya, yazarlık hayatınızı nasıl etkiledi?
1967’den başlayarak on üç sene Konya’da yaşadım ben. 1980’de ayrıldım; yani Konya’dan çıktım. Ama Konya benden çıkmadı. Tıpkı çocukluğum gibi. O da hâlâ içimde durup duruyor. Doğal olarak bir yanım ne ve nerede olursa olsun, bir yanım her daim hem Konya’da hem de ısrarla çocuk.
Benim olduğum her yerde Ankara, Konya, hentbol ve çocukluk vardır. “Bakele”de de elbette.
Bakele kitabındakilerden yola çıkarak soralım. Öykülere konu olacak karakterler hangi özellikleri taşımalı?
Yazar, kimin ne ve nasıl olacağına karışmamalı. Herkes olduğu gibi olmalı. Neyse o, nasılsa öyle. Zorla yapıştırılan huylar denize dökülmüş mazot gibi üstüne çıkar hikâyenin; tadını kaçırır. En azından ben, okuduğum kitaplarda bunu hemen hiseder ve oradan bağıra bağıra kaçarım.
Yazan biz olsak da, roman veya hikâye kahramanları kendileri olmalı, kendi hâllerine bırakılmalıdır.
Mizah illa hayatın içinde kendine bir yer bulur. Sizin öyülerinizde de kendine yer bulmuş.
Mizah, Ankara, Konya, hentbol ve çocukluğum gibi, benim içimde olan, benimle yürüyüp gelen bir şey. Babasız büyüyen beş çocuğun sık sık açlıktan süründüğü bir aile ocağında, radyoda neşeli bir türkü çalındığı zaman “Kalkın; oynuyoruz.” diyen bir annenin rahle-i tedrisinden geçtik biz. Öyle bir anne ki; Pazar günleri kendisi yemek yemezdi eve “Gırgır” dergisi girebilsin diye. Yani her şart altında gülmeyi öğrenerek büyüdük biz. “Ağlamayı bilen gülmeyi de bilmeli.” derdi Sabiş.
Yapışmayın Çocuklara öyküsü çok etkileyici. Yazarken sizi duygulandıran ya da zorlayan hangi öyküler var kitapta?
Hiçbir hikâye beni zorlamadı. Zorlandığım zaman düşünmeye başladım demektir, yani ilhamdan koptum demek; o zaman yazamam zaten. Yazabildiğim hikâyeler, akıp giden, ne olacağına kahramanlarının karar verdiği hikâyelerdir. Ama duygulanır, gülerim kaptırıp. O ayrı. Meselâ “Yapışmayın Çocuklara” beni de efkârlandırmıştır. “Şanş”ın güldürdüğü gibi.
Öykü yazmayı sürdürüyor musunuz? Birikiyorlar mı bir köşede? Bir daha ne zaman ortaya çıkarlar?
Belli bir yazma disiplinim yok. Olduğu zaman, geldiği zaman yazıyorum. Bu nedenle yeni hikâyelerin bir daha ne zaman oraya çıkacağını bilemiyorum doğal olarak. Ama aklıma estikçe yazdığıma göre, bir köşede birikiyorlardır herhâlde.