İnan, yazısında şu ifadeleri kullandı:
“Kimi ölüler bize ne kadar yakın.
Yaşayanların birçoğu ne kadar da ölü.”
Uğur MUMCU
Çileli bir hayatın içinden çıkıp gelmişlerdi…
Nereden bileceklerdi ki, yaşayacakları hayatı, güçlülerin ve politikacıların belirlediklerini.
Onlar “alın yazısına” inanmışlardı. Kaderlerinde ne varsa, karşılarına o çıkacaktı. Ne bir eksik, ne bir fazla. Çünkü kitap böyle yazıyordu. Onlara da böyle öğretmişlerdi.
Kutsal kitaplar yazılırken daha onlar doğmamıştı. Hatta, onların babaları, büyükbabaları, büyükbabalarının büyükbabaları bile can bulup, yeryüzüne ayak basmamış, ilk nefeslerini bile almamışken, o kitaplarda onların kaderleri yazılmıştı.
Öyle güçlü, öyle de derine yazılmıştı ki bu kara yazıları, ne bir kimse silebildi, ne de başka bir güç değiştirebildi.
* * *
Emani Al-Rahman, Suriyeli bir kadın… Kadın dediğime bakmayın siz, daha 18’ine varmaya gün sayıyordu. Doğup büyüdüğü İdlip kentinde, belki de bir köyünde yaşıyordu… Halid El-Rahman’a gönlü düşmüş olmalı. Beklemediler daha fazla; 18’ini doldurur doldurmaz evlendiler, savaşın, terörün en vahşisinin yaşandığı kentlerinde…
Onların da hayalleri vardı herkes gibi. Doğdukları topraklarda değişmeyen kaderleri, silinmeyen alın yazılarını değiştirmek için, ailelerini o kaosun, acının yaşandığı yerde bırakıp, yeni bir hayat kurmak için, kaderin egemen olmadığı, kendi kaderini kendi yazan insanların yaşadığı coğrafyaya doğru gitmek üzere yola çıktılar…
Elbette ilk durakları Türkiye idi. Beklediler günlerce… Her geçen gün kurdukları hayaller bir bir tükendi… Onlar için “yeni dünya” olacak Avrupa kapıları kapanmıştı.
Teselli bulacak bir şey kalmamıştı artık hayatlarında, ülke yok, aile yok, arkadaş yok… Geçmiş yok!
Çaresiz, birilerinin yardımıyla geldiler, yerleştiler Adapazarı Kaynarca’ya…
Oturacakları bir evleri ve bir de işleri oldu bir süre sonra. Hayalleri gerçekleşmedi ama, bunlarla yetinmek de iyiydi…
Alınlarına yazılanlardan, başlarına geleceklerden habersiz, yaşayıp gidiyorlardı.
Emani Al-Rahman, 18’inde hamile kalmış, 19’unda hem “ana” olmuş, hem de bir kez daha “ana” olmaya hazırlanıyordu… Doğum için gün saydıkları sırada, 8 Temmuz günü başlarına başka bir şey geldi.
Kocasıyla aynı işyerinde çalışan iki canavar, sabaha karşı, Emani Al-Rahman’ın evine dayanıyor, kapıyı zorla açıyor, bağırmasını engellemek için başına vurup bayıltıyorlar. 10 aylık çocuğunu da, ağlıyor diye, boğuyorlar… Ormana götürüp kadına tecavüz ediyorlar, işleri bittikten sonra da başına taşla vurup öldürüyorlar…
Yaşayan hiçbir vahşinin böyle bir barbarlığı yapmasına, tanık olamayız. Bu canavarlar, bize masallarda anlatılan ama gerçek olmayan “canavar-dev” olmalılar.
Kadının, 10 aylık çocuğunun ve karnındaki 9 aylık bebeğinin cenaze namazını kıldıran Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez cemaate soruyordu: “Bize ne oldu ki vicdanımıza ve merhametimize sığınan bebeğin katili olduk?” Keşke bu soruyu, o insanları yerinden yurdundan eden, Şam’da namaz kılmaya heveslenen politikacılara sorsaydı. Hangi namaz, kaç namaz bu günahlara karşılık gelebilir ki?
Olay Medya İcra Kurulu Başkanı Mehmet Ali İnan’ın yazısının tamamı için tıklayın…