İnan, yazısında şu ifadeleri kullandı:
Ülkemizde hemen her gün bir kadın öldürülüyor.
Kadınları ve çocukları şiddetten, kötülükten koruyamıyoruz. Onca yasa, kural, güvenlik gücü bu cinayetleri durduramıyor.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü.
1999’da Birleşmiş Milletler tarafından, kadınların fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddete maruz kalmasını sonlandırma amacıyla bir farkındalık yaratma çabası olarak başlatıldı.
Dünyanın birçok ülkesinde büyük kalabalıkların katılımı ile kutlandı. Beni en çok Fransız ve Kanadalı kadınların gerçekleştirdikleri coşkulu ve rengârenk törenler etkiledi.
Ülkemizde ise maalesef polis hiçbir kadın eylemine izin vermedi. Hatta bir avuç gösterici kadına karşı neredeyse iki katı güvenlik gücüyle engel olundu.
Tam da böyle bir günde, İngmar Bergman’ın Bir Evlilikten Sahneler kitabını bitirdim.
Kitap, aslında bir senaryo. Pek senaryo okuyan biri değilim. Ne var ki, Bergman’ın Bir Evlilikten Sahneler’i soluksuz okunan bir roman gibi.
Kitap, bazı sayfalarında size bir film seyrettiriyor duygusunu da vermiyor değil.
Zaten Bergman için, “kalemi de kamera gibi kullanmış”, çok büyük bir usta deme ihtiyacı duydum kitabı bitirdikten sonra.
İngmar Bergman, 14 Temmuz 1918’de İsveç’in Uppsala kentinde doğdu. Katı Lutherci bir Protestan papazın oğlu olarak büyüyen Bergman, disiplinli bir çocukluk dönemi geçirdi.
Yazarın, sert ve katı baba figürünün aksine evde her daim sevecenliğiyle yanında olan bir annesi var. Aslında yönetmen olmasında da annenin etkisi olduğu gerçeği yatıyor. Annesinin, kendisine çocukken aldığı bir sinematograf sayesinde sinema kanına girmeye başlamış.
Bergman, kariyerine tiyatro yönetmeni olarak başladı. Önce İsveç Film Endüstrisi’nde senarist olarak film senaryosu yazdı. Bununla sinema dünyasına büyük bir adım attı.
Kariyeri boyunca altmışın üzerinde film yönetmiş, 170 oyun sahnelemiş, yüzün üzerinde kitap ve makale kaleme almış olan film ve tiyatro yönetmeni, yazar ve dramaturg İngmar Bergman, çağının en büyük sanatçıları arasında yer alıyor.
Bir Evlilikten Sahneler, Yapı Kredi Yayınları etiketi ile İsveççe aslından Öncel Naldemirci’nin çevirisiyle Eylül 2024’te yayımlandı.
Önce televizyon dizisi olarak çekilen, sonra kısa versiyonu film olarak piyasaya sürülen Bir Evlilikten Sahneler, Bergman’ın o güne kadar en çok seyredilen filmi olur.
Orta sınıftan ayrıcalıklı evli bir çiftin, iyi başlayan ilişkileri, iki kız çocuklarının büyümesi, çiftin kendi anne ve babaları ile eşlerinin anne-baba ilişkilerinin gelgitleri, çatışmaları bambaşka bir gözle anlatılıyor bu filmde.
Kitabın kahramanları boşanma avukatı Marianne ve psikoteknik enstitüsünde doçent Johan evlerinde bir kadın dergisine röportaj veriyorlar. Biraz gerginler. Gazetecinin sorusu: “Kendinizi birkaç kelimeyle nasıl tarif edersiniz?”
Johan: “Evet, kendimi çok zeki, başarılı, genç, dengeli, seksi olarak tanımlarsam kendimle övünüyormuşum gibi gelebilir kulağa. Dünyada olup biteni vicdanlı bir şekilde takip eden, eğitimli, okumuş, sosyal ortamlarda sevilen bir adamım. Arkadaş canlısı diyebilirim, benden daha kötü durumda olanlara bile arkadaşça ve nezaketle davranırım. Sportifim, iyi bir aile babasıyım. İyi bir erkek evladım. Hiç borcum yok ve vergilerimi muntazam öderim. Ne olursa olsun hükümete saygıda kusur etmem ve kraliyet ailemizi çok severim. Devlet kilisesinden ayrıldım.”
Aynı soruya Marianne’nin yanıtı ise şöyle: “Ben mi? Şimdi ne desem… Johan’la evliyim ve iki kızım var.”
Bu kısa yanıt gazeteciyi tatmin etmez ve biraz zorlar. Bunun üzerine Marianne, “Şu anda aklıma bir şey gelmedi. Johan’ın iyi bir insan olduğunu düşünüyorum. On yıldır evliyiz. Mükemmelliğim konusunda Johan kadar emin olmasam da sizinle dürüst olayım, bu hayatı yaşadığım için oldukça mutluyum. İyi bir hayatım var, otuz beş yaşındayım.”
Hali vakti yerinde, burjuva bir aileleri olduğunu da belirtir Johan.
Tabii yaşananlar, gazeteciye anlatılanlar gibi değil.
Karşılaştıkları sorunları konuşup, çözmekten ziyade her seferinde halının altına süpürürler.
Çocukların sorumluluklarını, kendi ebeveynlerinin onlara dayattığı ritüeller, akşam yemekleri, hafta sonu buluşmaları, giderek birbirinden uzaklaşmaları, her ikisinin de söyleyemediği ama yaşadıkları iş sıkıntı.
Bergman’ın altı bölüme ayırdığı kitabın ilk iki bölümünde yaşananların çok kısa bir kesiti böyle gelişir.
“Paula” başlıklı üçüncü bölümde çift arasında çözülme başlar. Johan, Paula adında bir kadına âşık olduğunu, onunla Paris’e gideceğini söyler. Marianne’ye de, dört yıldır ondan kurtulmak istediğini ve bunun sevgisizlikle bir ilgisi olmadığını, müthiş bir bıkkınlık yaşadığını anlatır.
Marianne, hiç şüphe etmediğini söyler kendince…
Johan: Sen ve ben her tarafını iyice kapadığımız hava almayan bir hayat yarattık kendimize, her şeyin düzeni vardı, her çatlak anında kapatıldı, her şey yolundaydı. Havasız kaldık, boğulduk.
Yazar, en vurucu ve yakıcı mesajlarından birini bu sahnede veriyor.
Johan’ın bunca net ve keskin söylediklerine rağmen, Marianne ona Paris’e gitmemesi için yalvarıyor, “hiç değilse ertele” diyerek, onu bundan sonra suçlamayacağını, sorunu çözebileceklerini önerse de, Johan’ın kararının değişmediğini görüyor. Bu kez çocukları öne sürerek, onlara başka bir kadına âşık olup evi terk ettiğini söyleyeceği tehdidinde bulunuyor. On yıl sürecek ayrılma serüveni bu sahneyle başlar.
Dördüncü bölüm, bir yıl sonrasına gidiyor. Johan’ın Paula’dan bıktığını, Marianne’nin de bir sevgilisi olduğunu görüyoruz. Hâlâ Johan’ın dönmesini istese de, boşanmaya razı oluyor. Vardığı yeri Johan’a “Senden kurtulmaya başladım, özgür hissediyorum kendimi ve bu çok güzel” diyerek açıklıyor.
Beşinci bölümde İngmar Bergman, o muhteşem ustalığı ve yaratıcılığını, Johan üzerinden gösteriyor:
Johan: Sana çok sıradan bir şey söyleyeyim. Bizim okuma yazmamız yok duygulara gelince, duygularımızı okuyamıyoruz. Bir tek seninle ve benimle ilgili değil bu, bütün insanları etkiliyor ve üzücü olan da bu. Bedenimizle ilgili olan her şeyi öğreniyoruz, Güney Afrika’da tarım nasıl yapılır, pi sayısı nasıl hesaplanır, nasıl hesaplanmalıdır, her şeyi öğreniyoruz ama ruhumuzla ilgili tek laf etmiyoruz. Kendimizle ve başkalarıyla ilgili inanılmaz cahiliz.
İnsan kendisiyle ilgili bir şey bilmezken nasıl başkalarını anlasın.
Kitabın son bölümünde kahramanlarımız ilk kez birbirlerine karşı gerçek duygularını açıklıyorlar. Johan, artık katı, biraz egolu adam kimliğini geride bırakmış, Marianne de ezik kadın kimliğinden çıkmış. “Bir gece yarısı, dünyanın bir köşesinde karanlık bir evde” başlıklı son bölümde ilk kez gerçek yakınlığın ne olduğunu, herkesten uzakta yaşıyorlar.
Olay Medya İcra Kurulu Başkanı Mehmet Ali İnan’ın yazısının tamamı için tıklayın…